YANIP SÖNEN GÖZLER
Maraş ağzıyla yazdığım bir öykü, anlamadığınız ve çıkaramadığınız kelimeleri sormayı unutmayın. Canı gönülden yapacağım açıklamasını.
Keyifle!
Çocuk, çalınan kapıya doğru sakin adımlarla ilerledi ve iyice eskimiş tahta parçasını gıcırdatarak açtı. "Gel dezze gel." deyip ayağı göçmenli kadını içeri aldı. "Boon çalişmin mi olum sen?" diye sordu kadın. "Çalişim Hatiç dezze, gedicim aha."
Hatice, elindeki bir kap yemeği yer döşeğinin yanına koydu. Gecekondunun rutubetine homurdanan Hatice'yi hiç duymadan dışarı çıktı oğlan.
Annesi iki yıldır yatalaktı ve baba nedir bilmezdi. Evlerine yardımı dokunan bir komşu kadın Hatice bir de dedesi vardı... Kahramanmaraş'ın toprak ve yokuşlu Tekke yollarından aşağıya sakince iniyordu. Elinde çok sevdiği Cahit Zarifoğlu'nun "Yaşamak" kitabı vardı.
1997 yılında, çocuk 9 yaşındaydı. Büyümüşte küçülmüştü sanki. Daha o yaşta Cahit Zarifoğlu kitapları kovalardı... İki sokak aşağıda, yıkılacakmış gibi duran evin kapısını yumrukladı. Saat 7'ye geliyordu, kapalı çarşıya çabucak ulaşmalıydı... Kapıyı açan olmayınca bağırmaya başladı çocuk. "Hüsin Ede! Fadıma Bibi! Edee!"
En sonunda gürültüye dayanamamış Hüseyin kapıyı bir hışımla açtı. "Bar bar bağrıp durin! Gelik işte cangama çıkarma." dedi, kara lastiklerini ayağına geçirdi. Kapının ağzından beli kambur bir nene belirdi. "Alın bahım şunları!" deyip çocukların ellerine ekmek tutuşturdu. Torunu Hüseyin'i hiç umursamadan çocuğa döndü.
"Dulu edikli, eyi ye emi?" dedi. "Tamam Fadıma Bibi. Sağ ol!"
Hüseyin'in peşine takıldı. Fadıma Bibi hala arkadan sesleniyor, tembih veriyordu. "Uz uz gedin ha! Çibidig çala çala, güle oynaya gedin."
Çocuk, abisi gibi gördüğü Hüseyin'in ardından etrafına baka baka ilerliyordu. Ezberlemişti Tekke yollarını. Bahçelerin içinde incir ağaçları, damlardan sarkan üzüm asmalarını gözetleyerek kapalı çarşının oraya kadar yürüdüler... Hüseyin, çıraklığını yaptığı kalaycı dükkanına gelip ustasına selam verdi. "Görüşürük ede!" deyip, çocuğu yolcu etti.
Oğlan, küçük ve zayıf bedeniyle kapalı çarşının sabahın bu saatinde oluşan ufak kalabalığı yarmaya çalışıyordu. Sonunda baharatçıya ulaşan çocuk, dedesine selam verdi. Dede, gülümseyip hemen yumuşlarını sıraladı,
"İlk İrbaham emminnen bana bir çay süz olum." dedi, dükkânın ağzına gidip iskemleye oturdu.
Kuruluk, nane, kara biber, reyhan, Maraş'ın meşhur pul biberi, isot biberi, tatlı toz biber, kına ve tarhana gibi birçok çuvalın arasında bağırıyordu çocuk... Müşterileri kendi dükkanına çekmeye çalışıyor, ince ve zayıf sesine nazaran bütün kapalı çarşının kendisini duymasına canı gönülden inanıyordu. Dedesi dükkânın içinde, gelen birkaç müşteriyle ilgilenirken çocuk bağırmaktan yorulmuştu. İskemleye çöküverdi... Elinden düşürmediği kitabı sar baştan okuyor, her cümlesini tekrar tekrar beynine kazıyordu. Daha sonra dedesi çıkageldi. "Yine mi ohin onu olum? Macca edicin gendini." dedi gülerek.
Çocuk dedesine bakıp aklından geçeni söyledi,
"Anamı notucuk dede? Senin işler eşet elleham. Bize nedi bahıcın?" dedi hüzünlü bakan gözleriyle. "Hüs lan, bakıcık bir çaresine. Sen düşünme." dedi dedesi, ardından içeri müşteri girdi. "Abov Anşa bacım gelik, hoş gelik. Ne istin?"
"Ede, baldırcan gurusu var mı?"
Akşam suları bütün kapalı çarşının ışıkları bir bir sönüyor, bazıları da daha yeni toplanmaya başlıyordu. Giyim mağazalarının çoğu çoktan kapanmıştı bile. Çocuk ağzında bir parça tarhanayı gevelerken dedesi bağırdı, "Şordaki samırsakları bana ver hele olum! Sora da vahıd çok geçmeden doruca eve get."
Kapalı çarşı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yanıp Sönen Gözler
Short Story1990'ların Kahramanmaraş'ından fırlamış bir çocuğun öyküsüdür bu.