8✿ 'Çünkü hiç bana ait olmamıştın'

604 61 16
                                    

Rose, Jimin'i içeri sokmaya mecbur olmuştu. Çünkü çok içmiş ve kapıda Rose'nin üzerine düşmüştü. Rose o an öleceğini sanmıştı, küçük bedeni Jimin'i taşımaya yetmiyordu. Neyse ki Taehyung olayları görüp hızla gelmiş Jimin'i kendine doğru çekmişti. Ama Jimin, Rose'yi bırakmamış, yine sarılmıştı.

Şimdi de kanepede Rose'ye sarılmış ve başını boynuna koymuştu. Arada Rose'nin adını sayıklıyor, Rose kalkmaya çalıştığında ise izin vermiyor, iyice sokuluyordu.

Taehyung derin nefes alarak ikiliyi izledi. Takım elbisedeydi çünkü Jimin'in yanına işten çıkıp gitmişti. Jimin de takım elbisedeydi aslında ama şu an üzeri öyle bir hale gelmişti ki belli olmuyordu. Taehyung, Jisoo'nun evi olduğunu biliyordu. Nasıl bilmeye bilirdi ki? Bu eve yıllar sonra hem de düğün gününde gelmiş olmak tuhaf hissettiriyordu. Tek merak ettiği Jisoo'nun nerede olduğuydu.

"Sen artık git istersen, Kim Taehyung?" Rose'nin kurduğu cümleyle Taehyung gözlerini Rose'ye dikti. Gitmek istemiyordu ama kalamazdı da. Bu tuhaf bir ikilemdi. Kafasını aşağı yukarı sallayıp kalktı.

Rose'nin kalbi hızla çarpıyordu. Bir nedeni Jimin'di diğeri ise Jisoo'nun Taehyung'u görebileceği ihtimali. Neyse ki Taehyung gitme teklifini kabul etmişti. Fazla ısrar etmeden kendi kalkmıştı.

Taehyung salondan çıktı. Kapıya doğru dönüp adım atmaya başladığında arkasından gelem ses onu olduğu yere çivilemiş gibiydi.

"Tataa, bu sen misin?" Seohyun büyük heyecan karışımı sorduğu soruya cevap bekliyordu.

Taehyung yutkunmuştu. Ne yapacağını bilmiyordu. Çıkıp gitmeliydi ama kalmak istiyordu. Gitmese tüm her şey mahvolurdu, biliyordu. Ama bildiği şeyi yapmak istemiyordu. Ve yine bir ses çınladı kulaklarında.. eskiden bir ses.. güzel bir ses.. Taehyung'un uğrunda dünyayı yakabileceği bir ses..

"Seohyun, ne yapıyorsun?" Jisoo'nun sesinde Taehyung hayat buldu, iç çekti. Adım atıp dışarı çıktı.

Jisoo kapıdan çıkan adama bakıp kaşlarını çatmıştı. Yeniden oğluna baktı "Neden iç çamaşırıyla evde geziyorsun?"

Seohyun iç çamaşırına baktı, daha sonra ellerini bağdaş yaptı, omuz silkti. Salona geçti.

Jisoo oflayarak salona geçtiğinde Rose'ye ahtapot gibi sarılan Jimin ile karşılaşmıştı.

Seohyun gözlerini adamdan çekip annesine dikti. "Anne bu adam neden böyle?"

Jisoo derin nefes aldı. Sinirlenmişti. Şimdi oğluna ne söyleyecekti.

Rose 'affet beni' der gibi bakıyordu.

Jisoo gülümseyerek oğluna baktı. "Çünkü hastalandı. Eğer sen de bu iç çamaşırıyla gezmeğe devam edersen sen de hastalanabilirsin."

Seohyun adama yeniden baktı, daha sonra annesine baktı. "Ben hastalanmak istemiyorum." Kafasını sağa sola sallayarak hızla salondan çıkmıştı.

Jisoo oğluna bakıp kahkaha atıyordu.

Jimin bu seslere uyanmıştı. "Ah neredeyim ben.." Bir elini Rose'den çekti ve alınını okşadı. Yanında bir kadın farkedince ayrılmıştı. Daha sonra Rose olduğunu farketti yeniden sarıldı.

"Ya! Ne yapıyorsun, Jimin-shii!" Rose'nin sinirli çıkan sesi Jimin'e uğramamıştı bile.

Jennie, Jisoo'ya seslenince Jisoo aşk kuşlarını aşağıda bırakıp yukarı çıkmıştı. Jennie, Seohyun'un eşofmanını bulamıyordu. Jisoo odaya geçtiğinde Jinhee yatakta uzanmış elindeki bir zarfı oynatıyordu. Seohyun ise kollarını bağdaş yapmış Jennie'nin başında bekliyordu. Jennie ise eğilmiş dolapta eşofman arıyordu. "Noldu, Jennie?"

Jennie dolaptan çıkacakken kafasını çarptı.

"Tamam, dikkatli ol biraz. Dur bakayım."Jisoo, Jennie'nin elini başından çekmiş, moraran kısıma bakıyordu. Şakaklarının hemen üstüydü. "Sen aşağı in, buz koy, beyfendiyi giydirip geliyorum."

Seohyun da Jennie'ye bakıyordu. "Kusura bakma, Jen abla."

Çocuğun başını aşağı dikip kurduğu cümle Jennie'nin gülmesine sebeb olmuştu. Yine de başı ağrıyordu. Odadan çıkmıştı.

Jisoo eşofmanı buldu. Oğlunu yatağa uzattı ve eşofmanı giydirmeye başladı. "Bak, kaç yaşında oldun. Hâlâ ben sana giydiriyorum. Jinhee kendi eşofmanını kendi giyormuş."

Seohyun kafasını yukarı kaldırdı, yatakta uzanan diğer çocuğa baktı. "Hayır, kendisi giyinmiyor bir kere."

"Giyiniyorum işte ne yapacaksın?! Büyüdüm ben!" Jinhee kendini göstererek bu cümleyi kurmuştu.

Jisoo gülümseyerek Jinhee'ye baktı. Çocuğun elindeki zarf yine Jisoo'nun dikkatini çekmişti. Seohyun'u giydirdikten sonra Jinhee'ye yaklaştı. "O zarf nedir, canım?"

Jinhee omuz silkti. Zarfı Jisoo'nun eline verdi ve odadan çıkan Seohyun'un peşinden odadan çıktı.

Jisoo zarfa baktı. Dün oğlu odasına getirmişti. Şimdi hatırlıyordu. Nasıl unutabilmişti ki? Ayrıca oğlundan Tataa'nın kim olduğunu da sormalıydı. Kafasını sağa sola sallayarak mektubu açtı. Mektup Kim Namjoon'dandı.

Sevgilerle,
Kim ailesinin biricik gelini Jisoo, seni çok kırdım farkındayım. Lakin senden son bir ricam olacak. Lütfen bir ay sonra Seoul'da geçirilecek, Kim Namjoon adına hazırlanan davete katıl. İnan bana, bu davet hayatını tamamen değişecek. Bilirsin, hayatını kökünden değişmede profesyonelimdir. Neyse.. Bu davette benim partnerim olmanı istiyorum. Sadece bu şartla gelmeni kabul ediyorum. En azından o gece benimle ol. Çünkü hiç bana ait olmadın.. Davette seni ilgilendiren olaylar yaşanacak. İyi düşün.

Kim Namjoon.

Jisoo kaşlarını çatarak mektubu okumaya devam etti. Zarfın içinde bir de davetiye vardı. Jisoo yazılanları anlamaya çalışıyordu. Şimdi, bu zarfı Taehyung'a gösterirse zaten her şey, bir nevin hallolurdu. Namjoon, Seohyun'un kendi oğlu olduğunu söylemiş ve DNA testini herkese takdim etmişti. Mektupta ise 'Hiç bana ait olmamıştın.' yazıyordu. Yine de Namjoon ne planlar yapıyordu, bilmek istiyordu. Belki bu da bir tuzaktı, belki mektubu Taehyung'a gösterirse aslında tuzağa düşerdi?. Öğrenmeliydi. Gitmeli ve bilmeliydi. Giderse kaybedecek bir şeyi yoktu.

vsoo | Invitation (Davet)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin