4

8 1 0
                                    

İlyas da gözden kaybolmuştu artık...

Yakını geride kalan yalnızca kendisi değildi. Çaresizce çömelip arkasına yaslandı. Ağlamak istedi ,ağlayamadı.

Arada birkaç parça ekmek vermeseler çoktan ölmüştü.

Günlerinin geri kalanını olduğu yerde uyuklayarak geçirdi. Yanına aldığı kıyafetlerle kulaklarını kapatıyor, yastık yapıyordu. Etraf bitten geçilmiyordu. Ölen birinin bıçağını aldı, saçlarını kazıdı. Üstünü başını değiştirdi. Başta vagonda 40 kişi varken şimdi 9 kişi kalmışlardı.

Varlıkları yerde yarı aç yarı tok yıllarca çalıştı Osman. Kah pamuk yetiştirdi kah hamal oldu. Tekini yanlış kesse yahut yüklediklerini taşıyamasa tekme tokat dövüyordu.

Düşünmeyi bırakmıştı Osman. Geçmişte yaşadıklarını, kaybettiklerini, vücudunda aldığı sayısız yarayı, kalbine geçirilen haçları... Düşündükçe hepsini tekrardan yaşıyordu. Bu yüzden kendini olabildiğince işe verdi. Bayılana kadar çalışıyordu yıllarca kazandığı parayı kimselere göstermeden, hiç harcamadan biriktirdi.

Sonunda o parayla bir yolcu trenine bindi, Kırım'ın yolunu tuttu. Ne bir şey düşünüyor ne de bir şey hissediyordu. Ona uzun süre bakanların suratı ekşiyor, içi kararıyordu. O ise başını cama dayamış donuk donuk uzaklara bakıyordu. Birkaç aktarmadan sonra Kırım'a varmıştı ama Kırım eski Kırım değildi.

O dönem Sovyet rusyası'nın lideri Stalin bir gecede aldığı kararla 400.000 Türk'ü vatanlarından etmiş, Tanrı'nın unuttuğu bu mazlumlara karşı herkes üç maymunu oynamıştı. Liman kesimlerinde yaşayan beş yüzü aşkın Türk'ü de vapurlara istifleyip vapuru batırmışlardı. Karaya vuran yüzlerce cesedi iş makineleri ile gömdüler. Türk İslam mimarilerini sağlam halde komadılar. Boşalttıkları evlere Rus asıllıları iskan ettiler. Önce Kırgız, Kazak diye ayırdılar. Özbek, Nogay diye ayırdılar. Sibirya Türklerini Yakut, Çuvaş diye ayırdılar. Uyguladıkları yüz yıllık dil politikaları sebebiyle binlerce yıllık Türkçe binbir türlü lehçeye ayrıldı ve iç içe yaşayanlar birbirlerini anlayamaz hale geldi. Uzun lafın kısası, Osman Kırım'a geldiğinde hiçbir şey eskisi gibi değildi.

Zar zor evini buldu. Birilerinin yaşadığı belliydi. Kapıyı çaldı. Burası benim evim dedi içeride bile iki dakika oturtmadılar. Kendi öz yurdunda garip kalmıştı. Yaşamak için en ufak sebebi bile yoktu artık. Bu yürüyen ceset, kendini Karadeniz'in azgın sularına bırakmak üzere uçuruma doğru yol aldı. Uçuruma vardığında annesinin vasiyeti aklına geldi. "Yapamadım ana. Ben bu yerde yaşayamadım," dedi. Tam kendini metrelerce yükseklikten aşağı bırakacakken biri seslendi:

"Osman!"

KIRIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin