Morriath
Asteria Mira Bellathorn'a verilen görev belliydi, "Kan Yağmuru'nu öldür."
Kısa, kesin, tereddütsüz bir emir. Bellacrima'nın gölgelerinde yetişen bir suikastçı için bu tür sözler neredeyse günlük hayatlardı. Ama bu sefer... bir şey farklıydı. Görev basit görünüyordu, evet. Anlaşılırdı da. Fakat kolay? Asla.
Çünkü Mira neyle karşı karşıya olduğunu bilmiyordu.
Kan Yağmuru... Adı bile bir lanet gibi fısıldanıyordu. Hakkında ne bir kayıt, ne bir tanık, ne de canlı bir iz vardı. Bazıları onun bir hayalet olduğunu söylüyor, bazıları bir lanetli savaşçı, hatta bazıları onun bizzat ölümün kendisi olduğuna inanıyordu. Mira ise sadece şunu biliyordu:
Bellacrima'nın en iyi hançer ustası olabilir ama varlığı bile belirsiz olan birini öldürmek, neredeyse imkansızdı.
Ama gerçek imkansızlık bu değildi.
Onu daha karanlık bir gerçekle yüzleştiren şey, Kan Yağmuru'nun hakkında bilinen tek gerçek bir ruh olmasıydı.
Ruhlar öldürülemezdi. Ruhlar yaralanmazdı. Ruhlar korkmazdı. En azından Mira'ya böyle öğretilmişti.
Fakat yıllarca karanlık koridorlarda yetişmiş bir Bellathorn'un daima bildiği bir şey vardı,
her varlık bir yerden kırılır. Her canlı, her hayalet, her ruh mutlaka bir zayıflığa sahiptir. Bilmiyordu. Ama hissediyordu.
Kan Yağmuru'nun ardında saklanan bir şey vardı. Unutulmuş bir sır. Belki bir lanet.
Belki de... bir iyilik kırıntısı. Çünkü Vermarion'da bir gerçek vardı, her şey mümkün olabilirdi. Ölüler yürür, ruhlar konuşur, kehanetler kanla yazılırdı.
Ve Mira...O, kardeşi için cehennemin kapılarını tekmeleyecek türden biriydi.
Gerekirse ölümle pazarlık eder. Gerekirse ruhlarla savaşır. Gerekirse bir efsaneyi öldürürdü. Korku, tereddüt, merhamet... Bu duyguların hiçbiri bir Bellathorn'un yolunu kesemezdi.
~
Göğe doğru uzanan siyah kulelerin arasında yankılanan savaş narası, sanki Mira'nın kaderine mühür