VİSAL
eyfelnizm666
"Güvenmiyorum hâlâ sana." Sesi bir kurşun gibi saplandı aramıza. Düz, sert ve geri adım atmayan bir tondu bu. "Ama... derdinin bu vatanla olmadığına inanmak istiyorum." Sadece yeşillerine tutunmak istedim. İçimde bir şey gerildi; hem acıdı hem de gülümsedi. Alayla başımı eğdim. Omzuma yasladım başımı, ağırlığımı bir bacağıma verdim.
"Derdim ne benim, komutan?" Sesimdeki sükûnet buz gibi kayıtsızdı. Ama altında ne fırtınalar koptuğunu ikimiz de biliyorduk. Bir anlık sessizlikte, gülümsedi. Ama o gülümseme, içini yakan bir gerçeği örtemeyenlerden ibaretti.
"Benim." dedi. Sanki bir sırrı değil, bir hükmü açıklar gibiydi. "Senin derdin benim... Ve sen, bu yüzden buradasın." Yaklaştı. Sesi alçaldı ama tonu daha da ağırlaştı. Gözleri gözlerime çarptığında nefesim yeniden sıkıştı. O küçücük mesafede, parmak uçları kaküllerime dokundu. Sanki yıllar önce dokunulmuş bir anıyı yoklar gibiydi. Titrek ama kararlı... Hissedilmek için değil, hatırlanmak için dokunan bir el gibiydi. "Eğer senin derdin bense..."
Fısıltısı kulaklarımda değil, içimde yankılandı. İçimde öyle bir yere değdi ki, kelimelerin çarptığı yer hâlâ yanıyordu.
"Benim de derdim..." Kaküllerimin arasına usulca dokundu. "...öfkem, inancım, amacım sensin... kaküllü."
O son kelimeyi söylerken sesi çatallaştı. Birkaç saniyelik dokunuş... parmakları, alnımda duran zamanı düzeltiyormuş gibi kaydı. Sonrası o anı bitirmek ister gibi, bir adım geriledi. Ve ben hâlâ oradaydım. Bir adım önünde, ama bin adım uzağında.
İkimizin arasında kalan o kısacık mesafede, sayfalarca geçmiş ve olasılıkla yazılmıştı. Sessizlik çökmedi, sadece biz artık hiçbir şey söylemedik. Çünkü bazı anlar vardı ki; kelimeler, o anı yalnızca bozardı.