k
3 stories
BEYAZIN TONLARI by raskolnikovsendromu
raskolnikovsendromu
  • WpView
    Reads 798
  • WpVote
    Votes 163
  • WpPart
    Parts 37
Mert, yasaların halkların menfaati için var olduğunu sanacak kadar kör, Tunç, zalim ve karanlık saçan bir sistemin, ancak daha zalim ve karanlık bir sistemce yok edilebileceğini düşünecek kadar nesnel. Nitekim Tunç'un hakkını vermeli: zira iyiliğin kötülüğü yenemeyecek kadar azaldığı bu çağda, -belki de- kötülüğü alt edebilecek yüce kötüler gerek. Hayır, bir paradoks değil bu. İyilik adına kendini kurban eden bir ruhun fedakarlığı sadece. Mert'in uyanışı ve Tunç'un iradesiyle.. Günümüz Türkiyesinde geçen bu roman, kokuşmuş bir düzenin ve o kokuşmuşluğun içinde filizlenen bir umudu anlatıyor. Umut... Çünkü yaşıyor olmanın bir gayeye bağlanması şartı ile ancak, yaşadığını hisseden insanlar var. Umut... Çünkü insanlığı unutmamış, kokuşmuşluğun içinde büyüse de ruhuna çürümüşlük bulaşmayan bazı ruhlar hala var ve etrafımızda geziniyorlar. Umut... Çünkü umutsuzluğun bir fark yaratmayacağını idrak eden ve hayatlarına değer bahşetmek adına hayatlarını feda edebilecek kadar asil ve tuhaf insanlar illaki var. Kendi aşağılıklığını örtmek adına kendinden yüce bir amaca hizmet ederek benliğini aklama çabası değil bu. Bu, bir benliği aklamak şöyle dursun, karanlığa bulanmaktır. Bu, umudu taşımayı bırakıp umut olmaktır.
Bir Gece ve Bir Deli by raskolnikovsendromu
raskolnikovsendromu
  • WpView
    Reads 959
  • WpVote
    Votes 119
  • WpPart
    Parts 25
''Kendi kendime konuştuğum kadar kimseyle konuşmuyorum. Sebebi delilik değil. Bilirim ki insanı en iyi yine kendi dinler.'' /Bob Marley/ Toplum, birey ve akıl üzerine övgü ve yergiler.
Uyanış by raskolnikovsendromu
raskolnikovsendromu
  • WpView
    Reads 478
  • WpVote
    Votes 26
  • WpPart
    Parts 15
Oysa aklının ucunda dahi yoktu uyanmak. Derin bir uykunun içinde, sanrılar tarafından kuşatıldığını fark etmesiyse olanaksızdı. Gerçek ile sahte arasındaki çizgiye inşa ettiği evden çıktı. İlk adımıyla çiğnediği sanrının adıysa ''aşk''tı. Arafın kapısı aralanmıştı artık. Işığı görebiliyordu fakat karanlığa alışan gözlerine laf geçiremiyor, kendine itiraf etmeyi reddetse de -içten içe- korkuyordu. Ne de olsa bilinmezliğin soğukluğu çarpıyordu yüzüne. Bilinmezliğin içerdiği ihtimaller düşüyordu zihnine ve dolayısıyla üşüyordu. Gerçekliğin keskin köşeleri vardı ve adına düşünmek denen insana özgü bir hastalığın pençesinde kıvrandığını biliyordu. Her ne kadar uzak, her ne kadar unutkan olsa da, önce insan, sonrasında bir ölümlü olduğunu hatırladı. Sonra bir adım attı. Ardından bir adım daha... Yükseliş, hiç şüphesiz ki sanrılar üzerine kurulu bir hayatın yıkılışıyla başlar. Başlarda elbette ki afallar insan. Alışkanlıkları terk etme fikri dahi bireye stres yüklerken, monotonluğun o uyuşturan ağırlığını sırtından atmak ürpertir, dehşete sürükler insanı. Öyle ki: ''Tam da aşina olunan her bedbahtlık normalleşmişken, yalnızlık ve samimiyetsizlik kokan ilişkiler kabullenilmişken, aşağılıklığını bilmemize rağmen mevcut benliğimizle barışmışken bu da nesi şimdi?'' der insan, her yıkılışın ve farklılığın bilinmezlik ve gelecek kaygısı doğuracağını bilerek. Oysa kırılmalı koza, parçalanmalı duvarlar. Sürünmeyi bırakıp uçmak için. ...