İnsan bir ömre kaç kimsesizlik sığdırır? Kaç yara, kaç gözyaşı, kaç acı?
Kaç ölüm?
Ben sayamıyorum artık... Aldığım her nefese kan kokusu karışırken, bu lanetten kurtulamayacağımı biliyorum... Bitsin istiyorum, bitsin ve ben yeniden başlayayım...
Olmuyor...
Bir vakitler meğer herkese güvenen bir kız çocuğuymuşum ben de, haberim yokmuş.. Sordular bir gün bana "Güvenmeyi bilir misin?" diye... Düşündüm... Geçmişe gidemedim sonra, korktum... Aklımda bir tek onun gözleri, yüreğimde yalnız onun sıcaklığı varmış gibi aldım nefesimi..."Bilmezmişim..." diye fısıldadım, buruk bir tebessümle..."Ona gelene kadar.."
🔥⚡🔥⚡🔥⚡🔥⚡🔥⚡🔥⚡🔥⚡
İnsan bir ömre kaç aile sığdırır? Kaç yuva, kaç kahkaha, kaç mutluluk?
Kaç sevda?
Ben sayamıyorum artık... Ama bir şey var eksik hissediyorum, olmuyor... Adını koyamıyorum, bir türlü tam olamıyorum... Ne arıyorum? Kimi bekliyorum?
Bilmiyorum... Gelsin istiyorum, gelsin ve ben tam olayım...
Olmuyor...
Bir vakitler aşka düştüğümü sanırmışım da, meğer kalbimin yerinden bile haberim yokmuş... Sordular bir gün bana "Sevmeyi bilir misin?" diye... Düşündüm... Geçmişe gittim sonra, gülümsedim... Aklımda bir tek onun gözleri, yüreğimde yalnız onun sıcaklığı varmış gibi aldım nefesimi... "Bilmezmişim.." diye fısıldadım, kaybetmenin hüznüyle... "Onu görene kadar.."
Yepyeni bir serüven, yepyeni bir efsane, destansı bir sevda masalı daha...
Başımın Belası'nda gördüğümüz ama aslında burada tanıyacağımız Eren'in hikayesi... Sevdasıyla birlikte...
🔥🔥🔥🔥🔥
✨️Hikâyemiz çok kısa süre içerisinde Parola Yayınları ile raflarınızdaki yerini alacağından tanıtım amaçlı ilk beş bölüm dışındaki diğer bölümler yayından kaldırılmıştır. Acılara yürüdüğümüz bu güzel hikayeyi keyifle okumanız dileğiyle✨️
*avareyim,asudeyim,yorgunum
bilmiyorum,neden sana vurgunum?
-bir mahalle hikâyesi-
18/05/2023
" Dökme yüzünü." dedi. Yüzüne vuran kızıl ateşlere bakarken gözlerinde kararlı bir ifade vardı. Kurşuni bulutlar, karşıdaki binaların silüetlerin üzerine yığılmışlardı ve akşamın alacasına güneşin son kızıllıkları karışıyordu. Hafif bir rüzgâr çıkmıştı.
Sesi, bulanıklıktan uzak, net ve kendinden emindi. Hiç tereddütleri olmamıştı zaten. Şimdi oturduğumuz bu tenhalıkta, gözleri yerdeki ateşin kızıllığındayken düşen yüzümü, incinen kalbimi nasıl fark etmiş, nasıl sezmişti bilemiyordum. Beni şaşırtmaya devam ediyordu. Kemikli yüzündeki kararlı ifadeye baktım. Gözleri ateşten uzaklaşıp bana döndüğünde yanağında şimdi sakalların gizlediği yara izini ve sebebini düşünüyordum.
Yaralar her zaman görünür değildi, olamazdı ama sanki onun yaraları gördüğümden daha derinlerde bir yerlerde gibi geliyordu bana.
Gözleri, uysal bir kuştan uzak, gelip gözlerime ilişti. Bakışları karanlık bir orman gibiydi ama tekinsiz değildi. Alaz alaz bir ifade vardı. Hummalı, sert ve kendinden emindi. Kaşlarının arasındaki çukurlar inen akşamla karanlık çizgilere dönmüştü. Garip bir şekilde yanında kendimi hiç olmadığı ölçüde güvende hissettiğimi fark ediyordum. Bana bakarken gözünü bile kırpmıyor, bakışlarındaki bir şey beni gözlerimi kaçırmaya hatta buradan çıkıp ardıma bile bakmadan kaçmaya zorluyordu. Ama direniyordum. Ne gözlerimi mızrak gibi saplanan bakışlarından çekebiliyordum ne de koşup uzaklaşmaya derman bulabiliyordum.
" Dökmedim." dedim inkar ederek, az önceki sözünü esasında kendime hatırlatmak için.
Elindeki uzun çubukla ateşi karıştırırken tüylerimi diken diken eden ifadesini de çekip almıştı üzerimden.
" Döktün. Ama sen yine de dökme yüzünü. O yüz, dökülecek yüzlerden değil."