Nefesimi bir zehir misali dışarıya üfledim. Nefesime mahkum kalan herkes bende zehirlendi. Sonra bende zehirlenenler, benim tek panzehirim oldu.
Gözleri ölümü müjdeleyen bir melek kadar çaresiz ve ümitsizdi.
Nefesi bir cesedin içinden çıkan umut gibiydi.
Elleri bana hem zehir, hem de panzehirdi.
Beni zehirlediği yerden panzehirliyor, öldürdüğü yerden tekrar diriltiyordu.
Saçlarımda acı müebbet yemiş, uçlarında idam edilmişti.
Acıyla kardeş olmuş, kirpik uçlarına kadar kırılmış bir genç kız.
Onunla aynı yolda, aynı izlerde ilerleyen bir erkek.
Sadece yüzlerinin değil, kaderlerinin de birçok ortak noktası var.
Ve kader onları birbirlerine muhtaç hale getirecek. Bu öyle bir muhtaçlık ki çöl ortasında su gibi.
İmkansız...
Adam sevgi aradı kendine. Aradığı sevgiyi ise kadının kucağında buldu.
Kadın sebep aradı yaşamak için kendine. Ama aradığı sebebi çoktan bulmuştu adamın kalbinde.
"Bir daha yüksek sesle konuşma yok tamam mı?" Sesinde yumuşak bir tını vardı. Normalde ona göre olmayan bir sesti. Yutkunmamak için zor tutum kendimi.
"Niye ki?" Demeden edemedim. Merak ediyordum benim ondaki yerim neresiydi?
"Sesinin kısılmasını istemiyorum Akça." Şuan başka bir durumda olsak anında 'yaa' diye demeden edemezdim ama şuan gülümsemedim. Kızgındım ya ben ona.
"Niye?" Dedim tekrardan. Sinirlenmesini bekledim ama sakince soruma cevap verdi.
"Senin sesini duymam gerekiyor."
"Niye?" Sabır diler gibi başını iki yana salladı. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp gamzelerini göstererek gülümsedi.
"Sesin bana huzur veriyor."