Gecenin karanlığına bedeni hapsolurken bedeninde ateşin ona bıraktığı armağanlarla birlikte adımlamıştı bir şeytanın gölgesine. Seray Doğan, bütün armağanlarını ateşe emanet ettiğinde izleri, bir hafızanın gazabına uğradı. Gece söndü, gündüzü hissetti; sadece gecenin içindeydi ama buna rağmen, hissettiği gündüzdü. Ona her baktığında gece bakışlarında söndü, avuç içlerine baktı; canlandı... Canlandı, canlandı; kelimeler değirmende acıtarak döndü ve sonra, öldü. Öldü, öldü... Ve canlandı. Dizlerinin tam üzerine çöktü, acıları yeniden zihninde karıştı; yine de ölüyordu. Seray Doğan, hep ölmüştü... Sonrasında can çekişerek canlanarak.
Mehavif... Mehavif.
Bir adamın zihnine misafir oldu, bir adamın zihninde cinayet işledi; o adamsa cinayeti görmezden geldi. Armağanları, bir daha asla unutmamak üzere o cinayetin işlendiği zihne hapsetti; kazıdı avuç içlerindeki satırlarla. Kendisini unutacak gibi oldu, hatta bazı zamanlar nerede olduğunu bile unuttu ama o armağanların kime ait olduğunu, o armağanların nedenini; o armağanların işlediği cinayeti hiçbir zaman unutmadı.
Beha Alkan.
Bütün ateşi avuç içlerinde sakladı, armağanları söndürdü ama küllerini hep diri tuttu, geçmişle. Öldürdü, canlandırdı. Karanlığı hapsetti, karanlık her yeri sardığında sönmüş geceye şu cümleleri fısıldadı: "Karanlığın izinden gidenler azdır."
Yıllar önce başlayan bir ayrılık hikayesi.
Daha doğduğu gün ölüm emri verilen bir kız.
Sırlarla dolu bir hayat.
Nefret duyulan bir beden ve sevgiye muhtaç bir kalp.
Yıllardır dedeleri tarafından kadınlara karşı bir nefretle büyüyen dört abi ve bir kardeş .
Kız çocuklarını bir utanç kaynağı olarak gören bir baba.
Yıllardır öldüğünü bildiği kızı için içi yanan bir anne.
Ve ailenin değerini bilen masum bir kız.
Peki sizce bu sekiz kişi onca engele rağmen aile ola bilecek mi?
"Aşiretmiş " sırf kız çocuğu olarak doğduğu için bilinmeyen biri tarafından ölüm emri verilen lakin ağasının emrine rağmen bir masuma kıyamayan bir kahya ile başlayan bir gerçek ailem kurgusudur.