Raflarda! "GELİN"
  • مقروء 704,197
  • صوت 11,296
  • أجزاء 8
  • مقروء 704,197
  • صوت 11,296
  • أجزاء 8
إكمال، تم نشرها في أبريل ٠٢, ٢٠١٧
İp atlarken geldi baba bildiğim amcam yanıma. Örgülü saçlarımın üstüne kırmızı bir yemeni attı. Gözleri yaşlıydı. Onu hiç gözleri yaşlı görmemiştim. 
İç yeleğinin cebine elini attı ve altın köstekli saatini çıkarıp, avuçlarıma bıraktı. Bunu bana, evime döneceğimde vereceğini söylemişti.
"Artık gitme vakti kızım." dedi amcam. 
"Nereye?" diye sordum. "Eve mi? Ama daha erken amca. Arkadaşlarıma söz vermiştim."
Amcamın güçlü yüzü daha da soldu. Sakallarını kardı ve sarığını düzeltti. Canı bir şeye sıkılmış gibiydi. Onu teselli etmek istedim. Elimi uzattım ama o, geri çekildi.

"Artık oynamayacaksın kızım. Artık benim evimi de, evin bilmeyeceksin. Kocan olacak. Onun evini çekip çevirecek, ona kadın olacaksın."
Kadın olmak? Ama kadın anne bildiğim yengeme denirdi. Kadın, kocaman bedenlere denirdi. Kadın kocası olan kişilere denirdi.
"Seni everdim Zelal." dedi amcam çatallı sesiyle. "Bugün nikahını kıyacağız. Kocan ve kayınbaban seni bekliyor."
Evlenmek... Bu mümkün müydü? Ben daha 14 yaşındaydım.  Ve bir adamın, karısı olacaktım.
Bilmediğim ama çok sonra öğreneceğim bir gerçek de vardı.
Bu, benim ilk evliliğim olmayacaktı.
...

Yaşanmış bir hayattan esinlenerek yazılan bu hikayede isimler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. 
Bu, bir çocukgelin hikayesidir.
جميع الحقوق محفوظة
قم بالتسجيل كي تُضيف Raflarda! quot;GELİNquot; إلى مكتبتك وتتلقى التحديثات
أو
#30huzur
إرشادات المحتوى
قد تعجبك أيضاً
GECENİN İZİ بقلم hisssizyazar
45 جزء undefined أجزاء مستمرة
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı. Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı. Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu. İzem Karasu. Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı. Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı. İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı. Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı. .....
MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap Oldu) بقلم Maral_Atmc6
72 جزء undefined أجزاء مستمرة
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti. Tüm bunları ne bozabilirdi ki? Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi. *** "Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi. "Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön." "O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor." "Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor." "Bunu inanarak söylemiyorsun." "Tabii ki inanarak söylemiyorum." Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum." Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.