Ah şu hayat rüzgarı... Bazen kilometrelerce uzağa uçurur insanı. Çocukken uçmayı hayal eder ya çoğu insan. Büyüdükçe uçar fark etmeden. Bir tohum misali topraklarla buluşur. Acılarla yeşerir, büyür büyür büyür. Kocaman bir ağaç olur. Masumiyetini kaybeder zaman geçtikçe. Yazın dolabı açıp suyu şişesiyle beraber ağzına götüren o çocukluk masumiyeti. İftar yemekleri hazırlandıktan sonra kimseye belli etmeden ağza atılan lokma gibi. Nasıl masumiyetini kaybeder ki insan? Yoksa ben büyüdüm mü? Büyümek isteyen kimdi ki? Jelibonlarla intihar ettiğim o çocukluk günlerimi özledim ben. Toprak üzerinde dizlerimiz kanayana kadar oynadığımız bilyelerimi özledim. Karşımda tertemiz bir kız var. Oda çocuktu yıllar önce. Şimdi ellerimi tutuyor, babasının elini tutan masum bir kız gibi. Oda çoğu gece ağlamıştır benim gibi. Oda kaçmıştır kendisinden. Oda tebessüm etmiştir herkese. Görenler "Ne kadar da mutlu" demiştirler onun için. Oysa o içinde biriktirmiştir dertlerini. Kalbi ağlayanların , gözleri güler zaten. Ah şu sessizliğin içinde ki sesler, görememekte ki görmek.. Şu dağlar, çöller, denizler. Özgürce uçan kuşlar. Ölmek üzereyken ne kadar da yaşanılası şu hayat. Şu siyah beyaz hayatın içinde ki renkler... Göz yaşı dökmeden ağlamak... Bu kitap yorgunluğun,tövbenin, hüznün hikayesidir. Bu kitap satır aralarında kendinizi bulabileceğiniz bir arkadaştır.