KAÇAKÇI kitabının devam serisidir.
Bir Ateş'in, Sarıya delirişinin hikayesi...
ATEŞ DOĞAN;
Bir cümle yaz; sil. Bir kelime yaz; sil. Birkaç harf karala; sil. Gözlerinin önünde duran kağıda bak; zihnimin lekeleri beyazı parçalamış. Önünde boş bir sayfa, bak, görüyor musun, ellerimle lekelediğim o kağıdı? Onu ben lekeledim. Zihnimin sanrılarını üzerine döktüm, olmadı, sildim. Etraf silgi çöpü, beyaz silgiden çıkan parçalar dahi izlerini yüklenmiş geçmişin. Şimdi aklımdan birkaç satır daha geçiyor, parmaklarımın ucunda ki kalem yorgunluktan titriyor, zihnimin çırpınışları kalemin ucunu sömürmüş. Kağıdın birkaç yeri yırtılmış, silik kelimeler yırtılan yerden bir bir intihar ediyor. Sonu gelecekmiş gibi görünen her ne varsa, bir diğer yırtıktan karınca sürüsü gibi üzerine tırmanıyor kağıdın. Ayak bastıkları her satırı çamura buluyor. Benim lekelediğim kağıdı bataklığa çeviriyorlar; izin veriyorum. İlk cümleyi satıra döşediğim andan bu yana bildiğim fakat kabullenmediğim gerçek sonunda bataklığa dönüyor. Kağıdın ucuna bir saç teli düşmüş, görüyorum ama uzanıp onu oradan çekip almıyorum. Sarı saç teli usul usul kirlenen sayfanın üzerinde kıvranıyor, bataklık onu yutuyor. Kıvranışını izlerken ruhum bir yara daha ediniyor. Sudan çıkmış balık gibi karşımda kendini yerden yere atıyor, yine de onu kurtarmıyorum. Dokunduğum an alev alacak, yansın isteyip istemediğimi bilmiyorum. O kadar dikkatli izliyorum ki onu, ruhum bile ona acıyor. Nefesim hızlanıyor, bir an uzanmak istiyorum ama sonra onu ellerimle yakmayı da göze almıyorum. Zihnime bir ağrı saplanıyor, ellerimde çamurumsu bir his. Kalemim bataklığa karışmış, sol elim saç telinin üzerinde. Onu kurtarmıyorum, onu hiçbir zaman kurtarmayacağımı da biliyorum. Ben onu yakmayı göze almıyorum, Ben onu kurtarmayı istemiyorum, Ben, onunla beraber onun batakl
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....