Gecenin karanlığında küçük evindeki en sevdiği penceresinden rüzgarı dinliyordu genç kız. Gökyüzünde süzülen bir uçurtma görünce yüzünde alayla bir tebessüm oluştu. Her ne kadar alayla olsa da içinden bi burukluk geçmişti. Tek başına olmasına rağmen bunu yüzünde yine de belli etmedi. Saatlerce oturdu.
Sonra, en sevdiği penceresinden ayrılıp küçük beyaz çarşaflı yatağına uzandı. Düşündü genç kız. Neden siyahı karanlığın rengi olarak bulduklarını. Aslında karanlığın rengi kırmızıydı ona göre. Siyah sadece yorulan, kalpleri kırılan aciz insanların saklandıkları, kimsenin orayı goremediklerini kendilerine inandirdiklari renkti.
Tabi o bunu 14 yaşında bir ergenken çoktan anlamıştı. Bir neyse çekti kendi kendine.
Aslında insanların hayal ettikleri şeyler sınırlıýdı. İnsanlar iyi meslek sahibi olmak; aşık olmak, zengin olmak... Peki ya bir insan gelecekde olmamak istiyorsa?
Hani 'olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu' derler ya. Genç kız olmamak istiyordu.
Düşündüğünüz gibi onu küçük yaşta anne babası terketmedi. Tecavüze uğramadı, ailesi ona şiddet uygulamadı, ya da sevdiği çocuk ona ihanet etmedi.
O, bilerek, isteyerek kendisini herkesden herseyden soyutlayarak büyüdü çünkü küçük yaşta insanların nasıl olduklarını görmüş, ve korkmuştu. O varlıklarla yaşamak istememişti ama kendini öldürecek kadar da cesareti yoktu genç kızın.
Belki dedi, belki bir gün benim gibi düşünen biri çıkar karşıma.
Genç adam, karşındaki evde oturan genç kıza büyük hayranlık duyuyordu. Bugün yine aynı saatte aynı pencere kenarında saatlerce onu izledi. Düşüncelerini çözmeye çalıştı. Sonra gülüşünü gördü. Gülümserken bal rengi gözlerinin etrafını çevreleyen kirpikleri kısıldı ve etrafında çizikler oluştu. O gülümseyince dünya durmuş gibi hissetti. Bu öyle büyülü birşeydi ki