Hepimizin hayatta korkuları vardır. Benim korkumsa karanlıktı , ışıksın yapamazdım . Nerden bilebilirdim ki bir kaza geçirip bu karanlığa hapsolucağımı solan bir gül gibiydim her gün kuruyup gidiyordum . 16 yaşında görme engelli olmak , bilmiyorum zor ve daha fazlası benim için . Her sabah uyandığımda keşke o kazada ölseydim demek . Gece ve gündüz kavramlarının size hiçbir şey ifade etmemisi kelimelerle anlatılacak bir şey değil.
Kendime ' vâveyla ' diye sesleniyorum çığlık , feryat anlamına geliyor . İnsanlardan beni ayıran tek özelliğim kör olmam , karanlık olmam .
Her gün bir sopanın önderliğinde ilerlediğinizi düşünün gözleriniz kapalı , gideceğiniz sadece bir sopa parçası belirliyor . Düşünsenize her yer kapkaranlık ama siz o elinizdeki sopaya güvenip yürümeye çalışıyorsunuz . Yaşamaya hayata tutumaya . Sokakta yürürken bazen insanlar hiçbir şey demeden size karşıya geçiriyorlar kolunuzdan tutup . Düşünemediniz değil mi ? Bende görme engelli olmadan önce onları anlamıyordum , kimseyi anlamakta istemiyorum , uzaklaşmak , yalnız başıma ölmek istiyorum umutlarım bitti artık . Yoruldum , ben 16
yaşımda genç bir kızım bu kadar şeyi kaldıramam bir kaza yüzünden böyle oldum ve artık göremiyorum . Sadece yıldızları izlemek istemiştim ama hayat bunu bile çok gördü bütün hayatım tepetaklak oldu sadece kendim için küçük bir şey istemiştim .
Ölmek istiyordum , bu arzuyla sol bileğime jiletle bir çizik atmıştım ama bu tahmin ettiğimdende daha fazla acımıştı . Acısını kessin diye soğuk suya soktum elimi ama yanıyordu kor bir ateş gibi . Korku ve telaşla bağırıp yardım istedim . Ölmek istemiyordum korkuyordum .
"O silahı elinden indir!" Dediğimde yan duran vücudunu bana doğru çevirdi ama o silah abimin alnına daha çok yaslandı.
"Yoksa?" Diye soruşu meydanda ki bütün insanları endişelendirmeye yeterdi.
Çenemi herkesin inadına dikleştirip "Yoksa sana yemin olsun ! Bu meydanı kanınla yıkarım!" Diye bağırdım.
"Efsun!" Diyen abime bakmadım, yüzü kan içindeyken ona bakıp gardımı düşürebilirdim.
"Demek kanım ile yıkarsın ha !" Dediğinde fısıltısı bile meydanı inletti.
"Azad ağa, yaparım bilirsin! Bu seni ilk vuruşum olmaz!" Deyişim onun kaşlarını çatarakken kalabalıktan bir kaç kişinin kaçmasına sebep oldu.
Koskoca Mardin!
En iyi o bilirdi yıllar önce nasıl AZAD KARAASLAN'ı gözümü bile kırpmadan vurduğumu.
O gün Mardin yasa bürünürken Diyarbakır'da zılgıtlar eşliğinde bir çok kapıda düğün yapıldı.
Ben EFSUN ŞANLI...
Yıllar önce babamın kanını akıtan adamın kanını bu meydanda dökmüştüm.
Zerre korkmadan, zerre aşkımı aklıma getirmeden.
Bunu tekrar yapacağımı onun gibi Mardin de biliyordu.
"O halde durma, yine elin titremesin!" Dediğinde onunla beraber tetiği indirdim.
Arkamda koskoca Diyarbakır'ın en büyük aşireti olan Şanlı Aşireti vardı.
Benim Aşiretim!
Onun da arkasında Mardin'in en büyük aşireti olan KARAASLAN aşireti vardı.
Liderliğini onun yaptığı Aşiret.
"Abi'mi bırak azad ağa!" Dedim durması için.
"Babam gibi onun da kanını akıtmana izin vermem! Babamın kanı için sadece senin kanını döktüm ama Vallahi, Billahi ve Tillahi abim için ailende ki herkesin kanını dökerim!" Diye devam ettim.
Uğultular arttı da arttı.