Meyhanede sesler yankılanıyordu; herkes bir şeyler konuşuyor, bir şeyler anlatıyordu. Dışarıdan baktığınızda duyacağınız tek şey gürültüydü, fakat odaklanıp dinlerseniz öğrenebileceğiniz fazlasıyla hikaye vardı. Klasik bir köy meyhanesiydi, tanıyabileceğiniz çok fazla farklı tip yoktu; her zamanki gibi pis sırıtışlı orta yaşlı erkekler onlara servis eden tombul kadınlara bakıp sırıtıyor, biralarını tokuşturuyorlardı. Köşede tek başına oturmuş genç ve zengin görünümlü bir beyefendi kibir dolu bakışlarıyla etrafı izliyor ve mekandaki kimsenin anlamayacağı bir dilde yazı yazıyordu. Ortamın en görülemeyecek köşesine oturmuş altın sarısı saçlara sahip genç kadın dudaklarını ısırıyor ve gerginlikle parmaklarına bakıyordu, bir şey gizlediği fazlasıyla belliydi fakat kimse fark etmiyordu ya da umursamıyordu. Hemen yan masada oturan bir kadın ve adam gözlerini birbirinden ayırmadan hararetlice tartışıyorlardı; hangisi sesini yükseltirse diğeri onu sakinleştirmeye çalışıyordu, belliydi ki bir hikayeleri vardı, buraya sadece gönül eğlendirmek için gelmemişlerdi. Biraz kulak verdiğinizde birlikte olmak için kaçmış bir çift olduklarını anlayabiliyordunuz ama anlamadığınız şey onların sıradan köylü bir çift olmadığıydı, aksine kömür kadar siyah saçlı, uzun fakat uzun olduğu kadar da cılız adamın yeni çocuk doğurmuş İngiltere Kraliçesinin Kralı ve yanındaki kadının da onun güzeller güzeli hayalet kadar beyaz tenli metresi olduğuydu.