"Benden arı kovanına çomak sokmamı istemiyorlardı, arı kovanına sokulan çomak olmamı istiyorlardı."
Hilal bir hemşire olarak cephede esir düştüğünde kendini içinde bulduğu dünyaya inanamıyordu. Esir düşmüştü ve şimdi bambaşka bir dünyadaydı.
İnsanlar doğdukları andan itibaren en çok işe yarayacakları alanlara göre kategorize ediliyor ve bütün hayatlarını kendilerine sunulan iş alanlarında yaşıyorlardı.
Herkes vızır vızır çalışan arılar gibi üretiyor ama açıkçası uğrunda ömürlerini heba ettikleri şeyin ne olduğunu, neye hizmet ettiklerini de pek biliyor gibi görünmüyorlardı.
Hilal'in burada, canıyla, kanıyla ve sadakatiyle, ölümüne bağlı olduğu her şey bir bir çürürken, saklaması gereken sırrıyla beraber belki de başına gelebilecek en kötü şey gerçek olmuştu. Daha önce aklına bile gelmeyen, ihtimalini bile vermediği şey...
Bütün dünya kana susamışken, birçok devlet yerle bir olmak üzereyken, insanlar savaştan, sefaletten, açlıktan, kimyasal silahlardan ve çeşitli salgın hastalıklardan bir bir ölürken belki de en bencilce şey böyle hissetmekti. Aşık olmaktı.
Aşık olmuştu... belki de hayatında en olmaması gereken kişiye.
Siz: Sırf beraber çalıştığımız için bana böyle davranmanıza izin veremem, İlker Bey?
İlker bey: Davranışlarımın sebebi sadece beraber çalışmamız değil Başak hanım.
Siz: Peki ya ne?
Siz: Ne bu haddinizi aşmalarınız?
Siz: Sabrımı zorlamalarınız.
İlker bey: Aklımı sikip attığın için bunların cevapları bende de yok. Buna aşk diyorlar ama çok saçma.
İlker bey: Hiçbir insan, bir insanın iradesini bu kadar sikemez.