İki bilinmeyenli denklemdeki farklı bilinmeyenler,ve bir çözümünün olamadığı,iki paradoks,iki çürük meyvenin yeniden doğuşu.Dolambaçlı yollarda kesişen iki beden ve tek yürek.
Günlerdir peşini bırakmayıp ardı arkası kesilmeyen rüyalarının onun kurtuluşu ve tek sığınağı olacağından bi haber,alalade ve bir o kadar da acı yüklü,sevgisizliğin iliklerine kadar işlenerek sevgiye aç büyüyen küçük bir kız çocuğu,çizimlerinin rüyalarına yansıyıp yaşamında rol aldığı ve onu her anlamda etkileyerek,çıkmaza sürüklediği dönemde,umulmadık anda gelen ve kendini mucizevi olayların içinde bulan,Mira.
Son kaç gündür gördüğü kabuslardan kan ter içinde uyanarak,uykudan nefret etme noktasına gelen,bedenini zangır zangır titreten korkuya rağmen,dışarıya sergilediği ağırbaşlı ve güçlü tutum,gözlerindeki katran karası içinde yanan turuncu alevlerde büyüttüğü kedi yavrusu,beklentilerini bir kenara atan,herkese karşı değiştiremediği şüpheci tavrıyla ulaşılamaz görünen,fakat içindeki bitmek bilmeyen alevin söndürücüsünü ömrüne katan,Ateş.
Mira ve Ateş'in hikayesi
''Bana bak,gözlerimin içine bak.Sen gerçek misin?Şuan,burada benim karşımdasın.Bu bir mucize ise,sen bana Tanrı'nın armağan ettiği bir meleksin.Varsın,ve varlığın inandığım tek şey olacak.''
Tüm hakları saklıdır.
Kapak: benbittimaq
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki tehlikeli bir terör hücresini etkisiz hale getirmektir. Ancak operasyon sırasında Tuğra, gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Tim, Tuğra'sız dönmenin acısını ve şaşkınlığını yaşarken, Tuğra ise kendini beklenmedik bir zamanın içinde bulur. Tam 300 sene önceye, İskoçya'ya gitmiştir.
Tuğra, hem kendi gerçekliğine dönmeye çalışırken hem de İskoçya'nın gizemli topraklarında hayatta kalmaya çalışır. Bu süreçte zamanın ve mekanın sınırlarını zorlayan aşk, dostluk, gizem, aile ve sadakat hikayesi de gelişir.
Hayatının yeni savaşı başlar, bu sefer kılıçlarla...
Kesit:
---
Bir Ingiliz kadınının burada ne işi var?" Diye devam etti karşımdaki adam İngilizce konuşarak.
"İngiliz değilim, Türküm" dedim ama adamların hepsi anlamaz gözlerle bakmaya başlamıştı. Zaten vücutları komple boyanmıştı ve korkutucu tipteydiler.
"Türk mü?"
Neler oluyordu??
Az önce çatışmanın ortasındayken ortalık kurak araziydi. Mağaranın arka kapısından çıkınca böyle büyük bir ormana nasıl gelmiştim ki? Hem ben haritacıydım ve bölgede böyle bir orman olmaması gerekiyordu. Birazdan tim arkadaşlarım da beni bulurdu nasılsa.
"Bizimle geliyorsun" diye devam etti esmer, uzun saçlı dev gibi olan adam.
"Burası neresi?" Dedim aynı adama bakarak. Sanırım bu grubun lideriydi. Kamuflajıma attığı tuhaf bakışları ise görmezden geldim. Ancak kısa süren sessizlikte, o boğuk sesini tekrar duydum.
"Klanıma hoş geldin küçük kız..."