Simsiyah gözleri karanlıkta sanki daha da koyulaşmıştı, nefes alış verişleri hızlanmış ve sanki her an tetiğe basıp canımı acımasızca alacak gibi duruyordu. Elindeki silahı daha sıkı tutup duruşunu düzeltti. Rüzgar acımasızca saçlarımı dağıtıp gözlerimin önüne getirdiği için yüzümü göremiyordu, görmemesi daha iyiydi zaten. Yüzümde şeytani bir gülümseme ve alaycı bir ifade vardı. İfademi görürse daha çok kızabilirdi. Lakin ben yine ağzımdan çıkan zehirli sözcüklere mani olamadım.
"Hadi Savaş Soykan? Ne duruyorsun? Ürkütücü Melek karşında duruyor işte! Çek şu tetiği ve Ürkütücü Melek'in azraili ol!"
Elinde sımsıkı tuttuğu silah bir an düşecek gibi oldu ama hemen kendini toparlayıp o da yüzüne alaycı bir ifade yerleştirdi.
"Hayır, seni öldürmeyeceğim. Tam aksine Asi Meleğim... Ölmek için bana yalvaracaksın!"
Onun acımasız sözleri üzerine bir an ürperdim. Ölmek için yalvarmak demek ruhun bedeni terk etmek istemesi ve o bedene acı çektirmesi demekti.
Aşık olduğum insan şu an karşımda durmuş ve bana bu sözleri söylüyordu. Hayat bana büyük bir sille atmıştı ve bu sille ruhumda kalıcı bir iz bırakmıştı. Bu sefer acı bir gülümseme belirdi yüzümde,
"Yanılıyorsun Savaş Soykan, herşeyini kaybetmiş bir insan ölmek için yalvarmaz. O kişi zaten ölmüş, senden gelen bir kurşun ölü bir bedene sıkılan kurşun gibi, acı vermez, tam aksine hissizlik verir."