Yaşanmış olaylardan esinlenerek yazılmıştır. Emeğe saygı gösterilmesi önemle rica olunur. Benzerine rastlanması sonucu gerekli işlemler uygulanacaktır.
"Yalan dünya" olarak tanımladığımız bu gezegende, bizleri birçok duygu karşılıyor. Aldatmacalar, düş kırıklıkları, bazen mutlu anlar, bazen ise usanmışlıklar... Hayat dediğin nedir ki? Koca bir serüven. Nefes kesen bir senfoni, soğuk terler akıtan bir korku filmi, okurken gözyaşlarına boğan bir kitap ya da. Duygularımız, bizi biz yapan şeylerin bütünüdür belki de. Kendi benliğin ile dünya arasındaki eşsiz bağın kaynağı. O bağın koptuğunu düşünün bir de...
Peki ya duygusuz olsaydık? Böyle bir şey mümkün müydü? Duyguları ile var olan insanoğlu, duygusuz yaşayabilir miydi? Duyguları yok olmuş bir hale gelebilir miydi? Belki evet, belki hayır. Ama duygusuz bir insan, insan değildi benim gözümde. İnsanı insan yapan, duygularıydı çünkü. Hissetme duyusunu kaybetmiş biri, insan olamazdı. Canlı veya cansız, sadece yaşayan bir varlık.
Peki bu yaşayan varlık, bir başka varlığın yaşamına müdahele ediyorsa? Hem de hiçbir suçu yokken, sebepsizce öldürüyorsa insanların duygularını? Hatta bununla da kalmayıp, insan öldürüyorsa? Bir ölümlü, başka bir ölümlünün ölüm sebebi oluyorsa?
Üzerine bombalar yağması günlük rutin hale gelen ülkeler kervanına katılan ve bizi de yakından etkileyen Suriye savaşından kaçıp buraya gelen Ensar ve ailesinin son altı yılda yaşadıklarını en doğru ve etkili şekilde sizlere yansıtmayı umuyor, iyi okumalar diliyorum.
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....