Su akıp gider hayatta. Saf ve durudur hep. Yaşam kaynağıdır. Nefes almak gibidir Su. O olmazsa yaşayamazsınız. Rüzgar kaplar tüm vücudunuzu. İyi hissettirir sizi. Yaşamak için ona da ihtiyaç duymak zorunda kalırsınız bir süre sonra. Zaten karanlığı ve gizemi seven Rüzgarsız yapamaz hayatta. Çünkü Rüzgar sizi saklar tüm kötülüklerden. Aydınlığa kucak açarken sizi o uçurur hayallerinize. Bu Su ve Rüzgarın hikayesi. Aslında bu hepimizin hikayesi. Yine bizim dediğimiz o bağ evinin sıcacık kalbi olan kalın söğüt ağacının dibinde oturuyorduk. Kim bilir belki de kayıplarımızı düşünüyorduk, geçmişimizi, duyulamayan çığlıklarımızı, birbirimizi. Manzara eşsizdi. Ama manzara bizimle eşsizdi. ''Rüzgar?'' dedim ismi ağzımdan Tanrım der gibi çıkıyordu. ''Hı?'' dedi tüm öküzlüğüyle. ''Yaşananları unutabilecek miyiz?'' dedim sessizce. Kaşlarının çatıldığını biliyordum. ''Unutamayacağız.'' dedi çok açık sözlüydü. ''Ama birbirimize unutturmaya çalışacağız.'' dedi büyük bir dikkatle. Belimdeki elleri daha sıkılaştı. ''Ve ben çok güzel bir yöntem biliyorum.'' dediğinde istemsiz bir şekilde gülümsedim. Doğruldu ve birbirimizin hayatnı kazıdığımız bu ağacın dibine, battaniyenin üzerine yatırdı beni. Artık üzerimdeydi. ''Lütfen...'' dedi hırıltılı bir sesle bu sırada eli t-shirt'ümü parçalamıştı bile. Sadece sutyenimle kaldığımda devam etti. ''Lütfen beni bir daha bırakma Su,seni seviyorum...seni seviyorum...seni seviyorum.'' Ve bir kez daha bana sahip olmak için dudaklarını boynuma gömdü.