Beş yaşındaydım. Annemin özenerek giydirdiği elbisemin kum ve tozla kaplanmasına aldırış etmeden kumdan kalemi tamamlıyordum. Onu ilk defa o parkta gördüm. Küçük ellerimle, yerde bulduğum bir kağıt parçasını - o zamanki becerimle başarabildiğim kadar- uçak şeklinde katlayıp parktaki o koyu kahve saçlı kıza doğru fırlattım. Kağıt, kızın kafasına çarpıp yere düştüğünde bana bakan bir çift sinirli gözle karşılaştım. Yüzüme istemsiz, sinsi bir gülümseme yerleşmesi kendi kendimi ele vermeme yetti. İpek gibi saçlara sahip kız bana yaklaştıkça gözlerinin ne kadar güzel olduklarını fark ettim, ela gözler. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kız üstüme çullandı. Çocuk parkının kum kaplı zeminine düştüm. İpek saçlı kız da benim üzerime düştü. O beni, kafasına kağıt uçak atmam konusunda azarlarken benim tek odaklanabildiğim şey bir çift ela gözdü. Dudaklarımdan kısa bir kahkaha kaçıverdi,"Gözlerin çok güzelmiş.". Kız önce sustu, birkaç saniye durakladı, sonra ise kocaman bir kahkaha bahşetti bana.