En sonunda sinirlenerek elimde buruşturduğum kağıdı kafasına isabet ettirip, "Hey, Şapkalı!" diye bağırdım arkasından. Bana döndü, baştan aşağı iki dakika süzünce kulağında ki kulaklığı çıkarttı. Beni neden duymadığını şimdi anlıyordum. "Efendim?" dedi fazla kibar sesiyle. Kafasına kağıt atmama karşı kibardı. Her ne kadar ben kabaca davranmış olsam da. Utanırcasına sırıttım ve elimi enseme götürürken, "Özür dilerim, beni duymamazlıktan geldiğini sanmıştım yoksa-" devam etmeme izin vermeden kendisi araya girdi. "Yoksa ne? Kağıdı kafama fırlatmaz mıydın?" dediğinde kafamı olumlu anlamda salladım. Güldü. Çok güzeldi, gülüşü. "Bak ne diyeceğim," dedim elimi uzatıp. "En baştan alalım. Ben Ilgın ve sen de?" dedim sorarcasına. Elimi tuttu ve, "Aras." diye yanıtladı beni. Bütün gün hareketleriyle, koridorlarda kulaklıkla gezmesiyle, kimin ne dediğini aldırış etmeyen bu Şapkalı çocukla tanıştığıma göre, onu daha da yakından tanımam için bir fırsattı bu.