Kız, zincirliydi.
İki mezarın arasındaki soğuk toprağa zincirlenmişti.
Hayatının en büyük acısını küçük yaşında almış, bu onu büyütmüştü.
Acısını saklamış ve yüzüne vurmuştu her gece.
Haylazdı, gülerdi ve doya doya kahkaha atardı.
O acısını böyle dışarı vuranlardandı.
Atıldığı kollarda bulduğu hissin dilde bir karşılığı olmadığını biliyordu.
Ailesini yaptığı arkadaşları dışında kimseye açmazdı kendini. Fakat o adama adamıştı kendini.
Onlar ilk defa karşılaşamayacak kadar tanıdıklardı birbirlerine.
O adam, fırtınaydı.
Sadece kendine savuran bir fırtınaydı.
Minik kelebeğini sadece göğsüne yapıştırabilirdi rüzgarıyla. Gerçek anlamda uzaklara savurmaya cesareti olmamıştı hiçbir zaman.
Ve o sığındığı göğsü eviydi Kelebeğin.
Yeni tanışmışlardı ama yabancı değillerdi birbirlerine. Yolları bir yerde kesişmiş, çoktan yazılmıştı kaderleri.
Bu,
Fırtınanın sarhoş edici akımında savrulan minik kelebeğin hikayesiydi.
Ben : anneni ara.
Oğuz:ne ?
Ben: sen sinem teyzenin oğlu değil misin?
Annen onu aramanı söylüyor.
Oğuz : peki bunu o niye söylemiyor ?
Ben : şarjı bitmiş?
Oğuz : şarjı bitmişse ben onu nasıl arayacağım peki ?
Ben yazıyor...
Ben çevrimiçi...
Ben : bir dakika oha doğru?
Şarjı bitmişse nasıl arayacaksın ?
Oğuz : bu küçük detayı yeni fark etmen gözlerimi yaşarttı.
Ben : sen bana Altan altan laf mı soktun ?
Hayırlı bir evlat olup annen ara demeden arasaydın böyle olmazdı 🙃
Oğuz : şimdi de sen mi bana laf sokmuş oldun?
Ben : haspinAllah sınanıyorum herhalde , git ara ne bilim ben ya.
Laf filan da sokmuyorum ayrıca.
Oğuz : sen kimsin ?
Ben: komşunuz ?
Oğuz : komşumuz kim?
Ben : evine gelseydin bilirdin.
Oğuz :geldiğim zamanlarda oldu ama tanımıyorum seni ?
Ben : o da senin kayıbın olsun hayırsızlığı bırakıp evine uğrarsın artık belki ?
Oğuz : bu aralar sanmıyorum.
Ben : benim ruhumda hayırsızlık diyorsun.
Oğuz :hayırsız olsaydım bu vatanı korumak için canımı feda etmezdim.
Ben :ne ?
Oğuz: tek hayırsız ben değilmişim anlaşılan , komşusunun oğlunun mesleğini bilmeyen bir komşu kızı.
Ne üzücü.
Tanışalım yüzbaşı Oğuz Türk...