Her insanın bir dönüm noktası olmalıydı hayatında. Bir mutluluğun veyahut bir felaketin ardından bazı şeyler rol değiştirmeliydi hayatta. Belli olan oyunun bariz kuralıydı bu. Bir insan hayatında bir kez olsun o keskin geçişi hiç yaşamamışsa, o insan dalından koparılarak solmuş bir çiçektir. Artık yalnızca diğer çiçeklerin kokusunu solumakla yetinen o çiçektir. İşte bu kuralın peşinde amansızca sürüklenen o insan topluluğundan sadece bir tanesiydim. Belki de tek farkım yaşımın ufaklığı olabilirdi. Lakin bu fark hayatın gözüne batacak gibi değildi. Erken öğrenmek istiyorsam, önüme serilen o engebeli yolda geç kalmamalıydım. Benim dönüm noktamsa o yola itilmekle başlıyordu. Bir enkazın altındayken dahi kendimden verdiğim birçok fedakarlığımla o siyah noktayı bir adım geride bırakabilmiştim. Ne kalbimden kopardığım parçaları tekrardan toparlamak istemiştim ne de benim o parçaları geriye adım atarak almaya cesaretim vardı. Yolun ilerisini düşünmekten başka çarem yoktu. Annemin bizi vakitsiz terk edişiyle başladı her şey. Aşk denen duygunun esaretinde boğulmuş annem, ardında bir kez olsun dönüp bakmayarak kıymıştı canına. O zamandan beri ne ben eskisi gibi olabilmiş, ne de sorumluluklarım eskide kalabilmişti. Annemin geride bıraktığı tek bir varlığa tutunmakla yetinmiştim. Küçücük yaşına rağmen en az benim kadar olgunlaşmış kardeşim kalmıştı yaraları avuçlarımda. Bana kalan tek şey ise, onu avuçlarımın arasından kaybetmemekti.All Rights Reserved