"Gitme sana muhtacım, gözümde nursun, başımda tacım, muhtacım. Beni öldür öyle git, yaşamak için senin sevgine muhtacım." "Muhtacım" tek kelime ne de güzel anlatır insanın içini. Nasılda kalbini göğsünden söküp verir karşısındakinin ellerine. Nasılda emanet eder sorgusuzca kimsesizliğini. Ruhunu parça parça eden onlarca kelime varken, tek bir kelimeye sığınmak. Gözlerinden akamayan damlaları çocukluğunda misafir etmek. "Gitmesen..." öyle zor döküldü ki bu tek kelime dudaklarından, gururdan mı korkudan mı bilinmez. Adam arkası dönük öylece kaldı çıkmak üzere olduğu kapının önünde. Sanki kapının aralığından rüzgarlar çarptı bir anda loş odanın duvarlarına. Fırtınalar koptu, yer yerinden oynadı. Yavaşça döndü adam yüzünü genç kadına. Dağılmış kısa saçlarını, buğulanmış bal rengi gözlerini, uzun ince endamını izledi, nefes gibi içine çeke çeke. Asırlar sürercesine düşündü vereceği cevabı, gri bulutlar yüklendi mavi gözleri, hırçın denizler gibi dalgalandı, sonra dağılan bulutların ardından çıkan güneşin ışıklarını yansıttı kadınının solgun yüzüne. Eli kapının kolunu terk ederken usulca araladı dudaklarını. "Sen istersen...gitmem."