Yıllar önce Carmen'e gittim ben. Yaşı sayma sayılarını çoktan tüketmiş, ruhu gözlerini kaybetmiş bir cadıdır o. Ellerinde yüzlerce kader oyuntusu, gözlerinde devasa girdaplar. Hepimizi karşılar, güzelce bakar. Lafta bir canavardır annemin dilinde. Ben de kendimden emindim, on yaşımdaydım, gözü karaydım kendimce. Ta ki Carmen'i ve bana anlattığı hikayeyi duyana kadar. Çok uzun anlattı hikayemi, tam on gün boyunca sürdü vaazı. Gözlerinden bazen yaşlar fışkırdı, bazen korku tohumları. Ama yıllar sonra aklımda kalan kısacık bir özetiydi. Tıpkı uzun zaman önce okunan bir hikayenin sönmüş hatıraları gibi.
Yine de bir kısım, o kısım ki kendime hem bir kafes hem de belirlenen bir sonucun bana bahşettiği cennet, asla aklımdan çıkmadı. Carmen'in elimi ilk tutuşu, tırnaklarına dahi sinmiş tütsünün kokusunun burnuma çarpışı, bana yavaşça "Jongin" diye fısıldayışı. "Senin ipin Mirelerin elinden çıkmış, bahtın yanlış dünyada." Carmen o gün bana böyle dedi, on gün hikayeler anlattı, ben de dinledim. Sonra düşündüm, benim Mirem nerede ve seni gördüm ardından. İşte burada, işte burada.