Pencereden giren güneş ışığının yüzüme vurmasıyla uyandım. Bir yandan gözlerimi ovuştururken bir yandan da odadaki kıpırtıları algılamaya çalışıyordum. Sonunda gözlerimi açabildiğimde biraz doğrulup, onun eşyalarını toparlamaya çalıştığını gördüm. Odanın içinde bir sağa bir sola gidip duruyordu. Neden bu kadar telaşlı olduğunu anlayabilmiş değildim. -Ne yapıyorsun bu saatte? Bu telaşın ne? +Bir şey yok sen uyu. -Sen böyle odanın içinde dolanırken nasıl uyuyabilirim? Cevap vermemişti. Hala toparlanmaya devam ediyordu. O sırada yerde bulduğu tişörtünü üzerine giymeye çalışırken omzunda tırnak izlerimi gördüm ve gülümsedim. Suratımda oluşan anlamsız gülümsemenin sebebini merak etmiş olmalı ki: +Ne oldu? Neye gülüyorsun? diye sordu. -Bir şey yok sen işine bak dedikten sonra kafamı tekrar yastığa koyup gözlerimi kapattım. Çıkmak için odanın kapısını açtı ve yine o sevimsiz sesiyle "Görüşmemek dileğiyle" diyerek usulca koridorda uzaklaştı. Bu artık aramızda klasikleşmiş veda cümlesiydi. Ne zaman böyle bir gece geçirsek sabahında duyduğum o klasikleşmiş veda cümlesi. Yine klasik bir sabah yaşanmıştı Asya için ama bu sefer Ozan'ın neden bu kadar acele ettiğine anlam verememişti. Asya ve Ozan çok sıra dışı bir çift değildi. Yine de aralarındaki bu bağ Ozan'ın hayat hikayesini Asya'ya baştan yazdıracaktı...