Deniz elimden tutmuş , zifiri karanlıkta beni yönlendiriyordu. O olmasaydı meyve ağaçlarından birine toslayabilirdim.
İkimiz de sessizdik. Bu sessizlik o kadar çok şey anlatıyordu ki , kafam almaz olmuştu.
Mesela birazdan konuşacağımız şey çok ciddiydi , hatta o kadar ciddi bir konuydu ki , sonunda Deniz'imden ayrı kalmaktan korkuyordum. Onsuz nefes alamazdım , ne kadar klişe olsa da...
Bir düzlüğe çıktığımızda önümde ayna gibi , ay ışığında parlayan bir göl vardı. Burası muhteşemdi , tıpkı yanımdaki adam gibi... Ahşaptan yapılma göl evinin önüne geldik. Kapıyı ittirdi ve içeriye girdi. Gölü görünce bıraktığım elini bana uzattı.
"Gir içeriye , üşüyeceksin." Eline tutunup içeriye girdim. Keskin çam kokusu genzimi yakıyordu. Beni çift kişilik kanepenin üstüne oturttu ve üstüme bir battaniye örttü. Antalya'nın , bu mevsimde bu kadar soğuk olabileceğinin farkında değildim. Rüzgar vardı çokça. Tek odalı göl evinin ahşap duvarlarından içeriye sızıyordu , duvar da denemezdi ya , neyse.
Bir köşeye ilgisizce istiflenmiş odun yığınından birkaç odun seçti ve sobayı yakmaya başladı. Çıraları tutuşturduktan sonra sobanın içine attı. Orada biraz bekleyip ellerini ısıttı. Sonra o elleriyle yanıma gelip kızaran burnumu ısıttı. Gözlerim bu sıcaklığa , Deniz'in bana olan sıcaklığına doldu. Burnum sızlıyordu , histeri krizine girmek üzereydim.
Damlalar ardı ardına akarken Deniz'im telaş yapmıştı. Battaniyenin içine çağırdım onu. Canımın yanmadığına kanaat getirince yanıma sokuldu. Daha doğrusu onun o koca cüssesinin altına sokulan bendim. Kelimeler iznimi almadan döküldü dudaklarımdan.
"Kimse sevmedi senin kadar beni..."
Şehvet ve tutku için aşık olmak mı gerekliydi?Atlas Kuzey bekarlığa veda partisinde hiç sevmediği bir kadına dokunarak aslında şehvet ve tutku için sadece aşkın değil nefretin de yeterli olduğunu öğrenicekti.
Seçil Sezgin'le şehvet , tutku ve nefretin içiçe olduğu bir hayata istemeden de olsa adım atıcak , bağımlısı olucaktı.