Küçük adımlar atarak gidiyordu oraya. Usul usul, yavaş yavaş... Yanlızlığını ceplerine doldurmuş geceye kendini bırakmaya gidiyordu. Yavaş adımlarla girdi parka, kaydırağın altına girip oturdu. Bacaklarını karnına doğru çekti. Alnını kendine çektiği dizlerine yasladı. Bu saatte hep boş olurdu park. Sessiz, sakin, yanlız, kimsesiz olurdu. Tıpkı onun gibi. Bir damla yaş düştü açık olan gözlerinden, ondan habersiz. Kaldırdı kafasını, daha fazla indi gözyaşları. Her gözyaşı kalbbine bir bıçak gibi giriyordu. Beş yıl önce babasının bıçakladığ8 an geldi gözlerinin önüne. Kendini toparlamaya çalıştı, ama yapamadı. Daha kolaydı buraya gelmeden, burayı görmeden acı çekmek. Sessizce ayağa kalkıp salıncağa oturdu. Çok acıyordu kalbi. Annesini on yedi yıl önce kendi doğumunda kaybetmişti. Fotoğraflardan tanıyordu. Babası ise sarhoş bir serserinin bıçak darbeleriyle kendi gözleri önünde öldü.
Daha on yedi yaşında bir kız çocuğu. Paramparça, mahvolmuş... Ve ona hem gece kadar yakın hem gece kadar uzak kötü bir çocuk. Yeni bir okula "Merhaba" diyen siyahın içinde kaybolmuş kendini karanlık ve yanlızlığa bırakmış bir kız. İkiside birbirinden tehlikeli olan ve ne kadar uzak olsalarda birbirini çeken iki kalp. Ama kalplerini kapalı kutulara saklamış iki beden. Sevmekten korkan, hatta biri nasıl sevilir bilmeyen İki İnsan.