ON HANEDAN
On Hanedan, bir Türk fantastik kurgu romanı. Yerli yazarlarımızın ısrarla uzak durduğu bu tür, aslında okuyucuyu daima diğerlerine göre daha çok cezbetmiş ve merak uyandırmıştır. Kitap uyarlaması fantastik filmlerin aldığı ilgi ve teveccüh bunun en bariz kanıtıdır.
Bu romana başlarken iki ilham kaynağım oldu. İlki filmleri ile fantastik sinemanın kurucusu ve babası The Lord of the Rings serisi, diğeri ise dizisiyle kitleleri peşinden sürükleyen Game of Thrones'tu elbette. Ama bunların ikisi de sonuçta Batılı yazarların kaleme aldığı eserlerdi. Bir Türkün bunlara benzer senaryolar ile yol almaya çalışması, boşa kürek çekmekten farksız olurdu. Bu yüzden romanda daha çok bize özel bir dil kullanmaya dikkat ettim. Bunun dışında vurgulanması gereken bir hususta, Malyen'in günümüz dünyasından biraz farklı olması. Ama öyle bir dünya ki her kesime hitap edebiliyor.
Hadi şimdi birlikte girelim Malyen'e ve tanıyalım buradaki halkları. Bakalım bu dünya kimlere kalacak.
TEN DYNASTIES
Ten Dynasties is a Turkish fantasy fiction novel. This species, which our native writers stay away from, has actually attracted the reader more and aroused curiosity than others. The book adaptation is the most obvious proof of the interest and favor of fantastic films.
When I started this novel I had two inspirations. The first was the founder and father of the fantastic cinema with his films The Lord of the Rings, and the other was Game of Thrones, which led the masses to follow. But both were ultimately Western writers' works. It would have been no different from a Turk to try to move forward with similar scenarios. Therefore, in the novel, I paid more attention to using a special language for us. Other than that, it should be emphasized that Malyen is slightly different from today's world. But it is a world that can appeal to all segments.
Let's go together now to Malyen and get to know the peoples here.
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.