Yalanlar, Gerçekler...
Sırlar, Savaşlar...
Deryalar, Kıvılcımlar...
Ateş ve Barut.
Drusa; Ateşti, Deryaydı, Gizdi, Gerçekti, Yalandı, Yaşamdı...
O'na dokunan yanardı, susardı, yaşardı. Drusa ölümdü, yaşamdı.
Alevlerin içindeki bebek! Söyle. Söyle ki bilsinler gerçeği! Yaşanmışlığı, Doğruyu... Ağla ki bilsinler!
Ağla ki... sönsün bu insanların içinde yanan anlamsız ateş! Ağla Drusa... Sen ağla ki, bitsin bu anlamsız savaş.
Güçlerini keşfetmeye başlayan Drusa nedenini bilmediği bir sebepten ötürü kendini Tanrıların babası Zeus'tan kaçarken bulur. Bu kaçma-kovalama sürecinin en sonunda yakalanır, Olimpos'ta Zeus'un önünde yargılanır.
Hisleri tekrar bir kaçma hissi uyandırdığında kendisini bir oyun içinde bulur. Drusa içinde olduğu bu oyunun kurallarına göre oynanması gerektiğini düşünerek kendini geliştirmeye, güçlerini kullanmaya başlar. Oyun başladığında Drusa güçlerini kullanarak Olimpos'tan kaçar. Farklı varlıkların, bilmediği dillerin olduğu bir dünyaya gelen Drusa'nın yabancı bir varlık olduğunu fark eden saray halkı idam için Drusa'nın peşine düşer. Bu kovalamaca sırasında geçmişini ve benliğini öğrenen Drusa eskisi gibi olmayacaktır. Drusa Yaşam ve Ölüm arasındaki ipin kendi elinde olduğunu fark edecek, kendisini evrenlerin savaşı için hazırlayacaktır.
...
Bütün haklar şahsıma aittir.
Kapak: benbittimaq
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki tehlikeli bir terör hücresini etkisiz hale getirmektir. Ancak operasyon sırasında Tuğra, gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Tim, Tuğra'sız dönmenin acısını ve şaşkınlığını yaşarken, Tuğra ise kendini beklenmedik bir zamanın içinde bulur. Tam 300 sene önceye, İskoçya'ya gitmiştir.
Tuğra, hem kendi gerçekliğine dönmeye çalışırken hem de İskoçya'nın gizemli topraklarında hayatta kalmaya çalışır. Bu süreçte zamanın ve mekanın sınırlarını zorlayan aşk, dostluk, gizem, aile ve sadakat hikayesi de gelişir.
Hayatının yeni savaşı başlar, bu sefer kılıçlarla...
Kesit:
---
Bir Ingiliz kadınının burada ne işi var?" Diye devam etti karşımdaki adam İngilizce konuşarak.
"İngiliz değilim, Türküm" dedim ama adamların hepsi anlamaz gözlerle bakmaya başlamıştı. Zaten vücutları komple boyanmıştı ve korkutucu tipteydiler.
"Türk mü?"
Neler oluyordu??
Az önce çatışmanın ortasındayken ortalık kurak araziydi. Mağaranın arka kapısından çıkınca böyle büyük bir ormana nasıl gelmiştim ki? Hem ben haritacıydım ve bölgede böyle bir orman olmaması gerekiyordu. Birazdan tim arkadaşlarım da beni bulurdu nasılsa.
"Bizimle geliyorsun" diye devam etti esmer, uzun saçlı dev gibi olan adam.
"Burası neresi?" Dedim aynı adama bakarak. Sanırım bu grubun lideriydi. Kamuflajıma attığı tuhaf bakışları ise görmezden geldim. Ancak kısa süren sessizlikte, o boğuk sesini tekrar duydum.
"Klanıma hoş geldin küçük kız..."