Biz hep ağladığı yerden devam eden insanlar olduk, kaldığı yer oraydı çünkü. Yeri geldi devrik cümlelere emanet ettik kalbimizi, yeri geldi hüznün en güzel kokan çiçeğini ektik, yurt ettik kalbimize. Ahh! Bu kalbimizi ne hoyrat kullandık belki de kullandırttık kimbilir. Bizi hayatta tutan bizi biz yapan sevinci sevgiyi coğu zaman kendi kalbimizden bir gece yarısı adete bir hırsızcasına çalıp hiç haketmeyecek kişilere verdik. Öyle ödünç falan da değil haa. Bile isteye kendi katilimiz olduk sonra da bu yükün altında ezilip tıpkı istop oynar gibi suçu havaya attık ve birinin ismini söyleyip ona hediye ettik. Biz neden böyle şeyler yaptık? Biz leblebi tozu, elma şekeri veya ekşi surat, ağızda patlayan şeker yiyip mutlu olan ve mutlu olduğunda sanki bundan gurur duyarcasına çürümüş, çıkmış dişlerimizi göstererek gülen cocuklar değil miydik eskiden? Hangi ara kalbimize davet ettik hüznü? Peki ya hangi ara hüznün çiçeğini ektik?