"Ne olur bu evden kimse gitmesin.
Bu hikayede, hiç kimse kimseyi terk etmesin.
Mutlu son olmasın, mutlu sonsuz olsun.
Dualarım örtsün bizi, hasret üşütmesin."
Akorsuz gitarını bir yana bırakıp, dolu gözleriyle bakıyordu aşkına.
Aşkı lütfediyordu adam, ikna olmaya ziyadesiyle uzak kadına. Hava inatla buz, bu iki beden alev anmış yanıyordu.
Yüreği, bugüne dek hiç güvene yer vermemiş kadın, farkındaydı bu çileli aşkın ama aşikârdı da sessizliği. Kor olup yanıyordu, esasında göğsünün tam ortasında bir yer, hıçkırarak diliyordu sevmeyi.
"Bu numara önceden yapıldı ve evet, kız tavlandı Uraz.
Lakin, ben asla o kızlardan biri olmayacağım. Bir başkasında dene ha? Ben kanmıyorum, desem..."
Karşısındaki kadının hiç hoşlanmadığı o çarpık gülüşü kondurdu yine dudaklarına:
"Hiç sanmıyorum."
-
Yedi yıl boyunca aynı düşe uyanan iki bedenin öyküsü...
Biri yedi yılını aramaya kendini adayan, diğeri düşlerini kaleme alan.
Uraz, okuduğu romanın ana karakteri olacağını nereden bilebilirdi ki?
Tıpkı Açelya'nın, Uraz'ın tam kalbinin orta yerine işlediğini bilemediği gibi.
Aşk hiç bu kadar tesadüf olmamıştı.
Aşk hiç bu kadar tesadüş olmamıştı...
-
Zehra Aktaş - 27 Ağustos 2019