Hiç ummazdım canımı kurtarayım derken buzla kaplı iki kalbin ortasına yangın gibi düşeceğimi, sevmeyi bilmeyen iki insana sevmeyi öğreteceğimi. Hep duydum isimlerini fakat hiç göremedim mübarek yüzlerini, şimdiyse ikisinin de canından çok sevdiği biri olmuştum! Gelinlikle girdiğim bu kapıdan defalarca gönderildim ama her seferinde bir öncekinden daha güçlü döndüm, iki elimden tutan o kusursuz adamlar benim düşmeme de gitmeme de izin vermiyorlardı, sırtımı dayadığım bu iki dağ o kadar büyük ve güçlüydü ki gölgelerinde yetişen bir menekşe gibi hissediyordum kendimi. Birisinin karadeliği andıran gözleri vardı, yağız ve hoyrat bir atın yeleleri gibi uçuşan o siyah saçları halat gibi dolanmıştı boynuma nefesimi kesmeye yeminliydi sanki! Diğerinin parıldayan gözleri buralara ait olmadığını ispatlayan kumral saçları vardı, bembeyaz teni baktıkça bana hep merak ettiğim o kar tanelerini hatırlatıyordu, baktıkça üşüyordum. Bu iki adamın bir tek kusuru var ki o da kardeş olmalarıydı! İki kardeşinde kalbinde bir tomurcuk gibi gittikçe filizlenen bu sevdanın adı bendim, Elfida! Sıraç ve Miral birbirlerinden habersiz bir savaşa girmişlerdi, ortada kazananı bekleyen ödül ise benim, şimdi sorsanız bana sen kimin kazanmasını istersin diye Miral'ı derim zira benim kocam oydu ve ben hayatını bana adayan birine ihanet etmem! Devamı hikayede...