Tuğlalarında çocukluğumun eridiği rutubetli,sığ bir ev var. Gururunu hayatına katil ettiren, bir eşik ağızında misinayla bileklik yapan, koştukça terlikleri ayaklarından çıkan iki kız çocuğu var. Büyüdükçe ayakları yok olan. Yitirilmiş pırıl pırıl üç tane akıl sağlığının bir zihne oynadığı sancılı silsileler var ilerideki
beyaz duvarda.
Yürümekten asla keyif almayan bir çocuğu, belinden bağlayıp kocaman bir ormanda koşturan bir zihniyet, hikayedeki kimseye ait olmayan sadece dayatılmış bir yaşamak var.
Bir baba var! Herkesten habersiz, boynunu yaşamak denen köprüden sallandıran. Salondaki çekyat kenarına yığılmış bir aile var. Bir 'dosta' duyulan sevda var. O çekyat kenarındaki kız çocuğunun ruhunu önce doğurup sonra büyüten, zihnindeki her eksik parçaya yüreğini yama yapmış sadece birbirine yetebilen, biribirini sadece sessiz sedasız görünmeyen sokaklarda sevebilen iki güzel insan var.