Ah, dedi. Ah, benim küçük sevgilim.
Öylesine güzelsin ki, seni seveceğim diye uzattığım ellerim havada asılı kalıyor her defasında. Kirli ellerim masumluğunla bezenmiş pürüzsüz yanaklarını karartacak diye ödüm kopuyor.
Saçlarını okşayan parmaklarım her defasında pişmanlıkla kasılıyor. Sen bilmiyorsun belki ama çok narin olduğunu düşünüp minik öpücükler kondurduğun her bir parmağım ayrı ayrı birçok günah işlediler, sevgilim. İsteyerek ya da istemeyerek.
Sen bilmiyorsun, senin karşında duran adam hayatında tanıdığın en büyük günahkâr belki de.
Hayatım benim, bilsen dahi gidemezsin benden, değil mi? Bilmiyorum, tahmin dahi yürütemiyorum bu konuda. Öyle olmasını umuyorum yalnızca, zira sen olmadan hayatıma nasıl devam edebilirim, inan bilmiyorum.
Gözlerim gözlerini bulduğunda yaşadığım heyecan, dudaklarını her öpüşümde kızaran yanakların ve saymalara doyamadığım kirpiklerin olmadan nasıl yaşarım, bilmiyorum.
Sabahları gözlerimi her açtığımda uykulu gözlerinle beni izlediğini görmeden nasıl yaşarım, bilmiyorum.
Ama sonra, yaşamasına izin vermediğim adamın çığlıkları birer birer doluyor zihnime. Güçlü bir el, boğazımı sıkı sıkı tutuyor sanki. Nefes alamıyorum. Ben, kendi sonumu kendi kirli ellerimle getiriyor, günahkâr parmaklarımla nefesimin kesileceği ana kalan günlerimi sayıyorum.
Ben, günahlarımın bedelini ödüyorum.
Bu işin ucunda, uyandığımda senin yıldızlardan bile daha parlak olan uyku mahmuru gözlerini görememek olsa bile.
Bedel ödüyorum, Jeongguk.
Her gece seni kaybetme korkusuyla uyumak, benim en büyük cezam.
Yemin ederim, içim içimi yiyor.
Hayatım boyunca bir tek sana karşı iyi olduğumu bilsen, bir tek sana karşı hatalar yapmadığımı bilsen gözlerime korkuyla bakar mıydın?
Kalbime lanetler mi savururdun yoksa hayat dolu öpücüklerini kondurarak kurtarır mıydın beni, sevgilim?