"Senden nefret ediyorum!"
İkisinin de gözyaşları yüzlerine ardı ardına damlayan sert yağmur damlalarına karışarak aşağı süzülüyordu. İkisinin de canından can kopuyordu. Ama durmadı.
"Duydun mu beni? Senden nefret ediyorum!"
Her harfinde, o yağmurda yeryüzüne düşen damla kadar kalbi tekrar tekrar parçalanıyordu.
"Ben sana ne yaptım!?" Bağıra bağıra ağlıyordu şimdi. Canı öylesine yanıyordu ki, hiçbir alfabeden gelen harflerle ifade edilemezdi, dökülemezdi kelimelere, oluşamazdı cümleler. Masumdu, suçsuz, temiz ve günahsız... Bu yüzden belki o da ağladığı için bunları o anki öfkeyle söylediğini düşünmesi.
Aptallık mıydı bu? İyi niyet mi? O ince çizgiyi çoktan aşmıştı.
İçini çekti. Son darbeyi vurmak için sağnakta görünmeyen gözyaşlarını eliyle sildi. Sakin bir tonda tekrar konuştu. "Senden nefret ediyorum!"
Öfke yoktu, ya da o an bunu göremeyecek kadar körleştirmişti aptallığı. O zaman? Şimdi kendini avutabileceği neyi kalmıştı?
O kadar zıtlardı ki, biri kor iken diğeri serinleten bir içim su gibiydi.
İşin aslı da buydu zaten. Denge zıtlık gerektirirdi. Yanarsan denge bozulur, yakarsan tek kalırsın. Onu olduğu gibi bırak, avuçlarına dolsun. Seyre dur, sustuğun zamanların acısını o çıkartır.
**
Genç kız, ölen babasının hattını kapatsa dahi yazmaktan vazgeçecek gibi durmuyordu.
Tek tik çifte döndüğünde kader çizgisi onun için bir kez daha kırıldı.
☯
"Susma. Çünkü dudağının üstündeki o çukur derinleştiğinde istesen de konuşamayacaksın."