Issız bir sokaktan sesler geliyordu, bakındım. Yoktu kimse, bakınıyorum. Sesler çoğalıyor, ''Gökyüzündeki yıldızlara son kez bak.'' anlam veremezdim. Anlamsızdı. Sesler gittikçe çoğaldı, çoğaldıkça çoğaldı. Sokağa büründü, karanlıktı adeta her yer. Son kez bir ses duydum ''Araf.'' kulaklarımda çığlayan ses. Araf; Cehennem ve Cennet arasındaki boşluk. Anladım.
Bu aralık sokağın ıssız girdabından gelen boşluktu. Onu gördüm, karanlığın sardığı bütün olduğu şapkası ve o. Garipti ki yüzü bana dönük değildi. Duvara sardığı bedenini yaslamıştı. Sanki delirir gibi söylenip duruyordu. Yürümeye başladım, yavaş yavaş. Çığlık atarcasına, sürünerek bedenini yere düşürdü. Başını döndürdü. Bu oydu, boş sokağın izbesinde kaybolan adam.
Cem Adrian gibi, ''Ben yandım, eller yanmasın.'' diye fısıldandı. Ben yandım, eller yanmasın.
Kapı çaldığında sofraya son tabakları yerleştirmekle meşguldum. Gülsüm teyze eli hamurlu olduğu için kapıyı açmamı istediğinde kapıya ilerledim.
Kapıyı açtığında uzun boylu sayılabilecek, üstünde jandarma forması olan, dik duruşlu ve oldukça sert mizaçlı bir adam karşıladı beni. Kim olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Sert bakışları bir an gözlerime değsede hemen çevirdi bakışlarını önüne.
"Buyrun?" dedim çekingen bir sesle.
Bakışları yerdeyken, "Sen kimsin?" diye sorduğunda, yanıtladım.
"Feyza ben. Yeni kiracı."
"İyi, hayırlı olsun," dedi tekdüze bir sesle.
"Sağolunda, siz kimsiniz?" diye sormayı akıl ettim sonunda.
"Bende Eyüp, ev sahibi. Şu an sizin durduğunuz dairede yaşıyorum."
Harika, adamı kendi evine almak yerine hesap mı soruyordum cidden!