"Saatler ve haftalar işlemez aşkın gövdesine, hatta taşırlar onu kıyametin eşiğine" demişti Shakespeare. Zamanı ve mekanı aşabilecek kadar kuvvetli olan aşk benlikle de savaşabilir miydi?
Çizginin çoktan dışına çıkmış olan Neşe ve Onat'ın İstanbul'un caddelerine, parklarına, arka sokaklarına ve güzel meydanlarına saçılan aşkını okumaya hazır mısınız?
"Hiç kendini kaybediyormuş gibi gözükmüyorsun. Neden bu kadar korkuyorsun? Altı üstü güzel vakit geçirirdik. Sıkılana kadar... Hafta sonları buluşur, sinemaya giderdik. Sonra küçük tatlı bir cafeye oturur film hakkında konuşurduk. Ya da uzun uzun yürür sessizliği paylaşırdık. Acıkırsak büfelerden birinden sosisli alırdık. Ayaküstü hemencecik yerdik. Sahildeki banklardan birine oturur gün batımını izlerdik. İşte bu kadar basit." Dudağı hafifçe kıvrılınca baş parmağımı dudaklarına sürttüm. "Sonra bana giderdik. Saatlerce sevişirdik. Bana istediğin her şeyi yapardın. Ben de sana..." Sesim git gide alçalmıştı. Gözlerine çözemediğim bir ifade yerleşirken sertçe yutkundu. "Sadece hafta sonları da değil, arada sırada ofisine gelirdim. Orada da..."
Fotoğraf: Olivier Valsecchi
Şehvet ve tutku için aşık olmak mı gerekliydi?Atlas Kuzey bekarlığa veda partisinde hiç sevmediği bir kadına dokunarak aslında şehvet ve tutku için sadece aşkın değil nefretin de yeterli olduğunu öğrenicekti.
Seçil Sezgin'le şehvet , tutku ve nefretin içiçe olduğu bir hayata istemeden de olsa adım atıcak , bağımlısı olucaktı.