Göz kapaklarının ağırlaştığını hissediyor, buna rağmen elindeki kitabı bırakmak istemiyordu. Bir sayfa daha okusa ne olurdu ki sanki? Romandaki kız, sevdiği erkeğe yalvarmaktaydı bırakıp gitmemesi için. Onsuz yaşayamayacağını söylüyordu çaresizce. "Gitme," diyordu, "gidişini kaldıramam, sensizliği taşımak kolay değil. Yapabiliriz, mutlu olmayı başarabiliriz." diye çırpınıyordu. Sevdiği erkeği geçmişte yaşanan güzel günlere, kurulan hayallere götürmek için verdiği mücadelede başarıp başaramayacağına olan merakı Meryem'i oldukça heyecanlandırmıştı. Demek ki hayat gidenler ve gidenlere gitme diye yalvaranların oluşturduğu bir zaman diliminden ibaretti. Kendisi hiçbir zaman giden olmamıştı, üstelik gidenlere gitme diyecek fırsatı bile bulamamıştı. Meryem hayatındakilerin gidişlerini bile görememişti. Keşke görseydim, belki onları durdurabilirdim diye garip bir iç çekişten sonra gözlerini ahşabı eskiyen pencereden dışarıya çevirdi. Gökyüzünü kaplayan sayısız yıldızın içinde kendi yıldızını aradı. Meryem'in uykusuz gecelerinde kendisine gülümseyen bir yıldızı vardı. Diğer yıldızların aksine soluk ve çok zor seçilen bir parlaklığı olan bu yıldızı nedense kendisine çok yakın hissetmekteydi. Gökyüzü çok berraktı bu gece. Meryem bir süre bakındıktan sonra yıldızını göremeyeceğine dair bir endişe hissetti yüreğinde. Bu kadar fazla ve parlak yıldızın arasında bu soluk ve hâlsiz yıldızı görmesine imkân yoktu. Nemlenen gözleriyle daha bir dikkatle aramaya başladı. Yoksa o da mı bırakıp gitmişti, başka diyarlara giderek kendisini daha fazla parlak hissedeceği bir yer mi bulmuştu kendisine? Meryem, okuduğu romandaki kızın yalvarışları gibi ürkek bir şekilde yıldızına seslendi: - Gitme... Sen de gitme!