Bir minyatür tablo vardı. Bir savaşı anlatan iki ruhu temsil ediyordu. Temiz ve berraklığı anımsatan mavi renk; kirli ve karanlığı hatırlatan kırmızı renk iç içe geçirilmişti. Birbirleriyle harmanlanan iki renk, birbirinden habersiz yıllar geçirmişlerdi. Bu hikâye Ateş ve suyun hikâyesiydi. İmkansız bir hikayeydi onlarınkisi. Temizliği, saflığı temsil eden mavi renk, bir yarısını karanlığa mahkum edebilir miydi? Peki ya karanlığı temsil eden kırmızı renk, kendisini iyilikle sarıp sarmalayabilir miydi? Bu o kadar imkansız bir hikayeymiş ki, kimse bir ressamın onları ustaca bir araya getireceğini değil tahmin etmek, akıllarından bile geçirememişlerdi. Hayatın zorlukları birkaç çizgiyle rütuş bulmuş, imkânsızlıklar sevgiyle son bulunmuştu. Yakından bakıldığında hiçbir şey ifade etmeyen ama mükemmel bir uyum sağlanmış olan tablo, bir kaç metre öteden bir çiçeğe dönüşmüştü. Çiçek bakım gerektiren bir bitkiydi. Büyümesinde engel olan taşlardan, görüntüsünü bozan sararmış ve çürümüş yapraklardan arınmalıydı. Bunun yanı sıra bir iki avuç fazla sulansa boğulacak, bir iki avuç az sulansa susuzluktan ölebilecek bir bitkiydi. Narin, güzel ve temizliği ifade eden bitki görüntüsüyle de insanları etkileyebilmeliydi. Bu durumda Daisy mavi renk iken, Elzie katil kişiliğiyle karanlığa gömülmüş kırmızı renkti. Ruhu karanlığa esir olmuş, boynunu bükmüştü. Çıkması bir o kadar zor ve imkânsızdı. Daisy güzel kalbiyle temizliği ve saflığı temsil ederken, gönlü yaralı bir katili iyileştirebilir miydi? Her şeyden önemlisi bir katil doktoruna boyun eğer miydi? Bu hikâye ateş ve suyun bir arada yaşayabilmesi kadar imkânsızdı!