"Ben bu ülke için her şeyden vazgeçtim! Ben, bu ülkeye sahip olduğum herkesi verdim. Şimdi de kendi canımı koyuyorum ortaya. Benden ne istiyorsunuz daha?" Jungkook, birkaç saniye öfkeden deliren kadına baktı. Hemen sonra eli kemerine iliştirdiği silaha gitmiş ve ani bir hareketle çıkarıp Rosé'nin kafasına dayamıştı. Rosé, alnında hissettiği soğuk metalle bedeninin buz kestiğini, kulaklarının sağır ve gözlerinin kör olduğunu hissetti. Birkaç saniye öylece kaldı. Dudakları kelimeleri kavrayamıyor, yer ayağının altından kayıyordu. Şaşkınlık, içine bir yılan misali kıvrılırken, gözlerinden bir damla süzüldü. Burnu, gözleri ve dudakları kızarmıştı. Sarı saçları rüzgarın etkisiyle sırtına çarpılıyordu. "Tek bir sefer soracağım. Hangi taraftasın?" "Benim tarafım yok," diye bağırdı Rosé öfkeyle. Artık dayanamadığını hissediyordu. Hiçbir şeyi yoktu. Birkaç ay içerisinde düzlükte kalmıştı ve hala insanlardan güven dilenmek mecburiyetindeydi. Ondan bile. Oysaki, asıl şimdi anlıyordu en son güvenmesi gereken kişiye güvendiğini. Jungkook bile ona inanmıyordu. "Ben Karenliyim. Ben, bu ülkenin kızıyım. Güney de, Kuzey de benim evim!" Öfkeli sesi bir yıldırım misali düştü izdihama. Görüntüsü kalabalığı hareketlendirirken, rüzgara rağmen sıcak ve titreyen ellerini alnına dayanan soğuk metale yaslamıştı. Silahı tek harekette adamdan aldığında, içinde tek bir kurşun olduğunu fark ettiği silaha birkaç saniye baktı ve topu çevirdi. "Ne yapıyorsun? Rosé silahı geri ver!" Sessiz kaldı. Az sonra soğuk metali usulca şakağına yasladığında, şokla ona bakan adama aldırmadan konuşmuştu. "Tekrar sor, hadi. Sadakitimi tartışmıyor muyuz? Hadi!" Öfkeyle bağırmasına karşılık, aynı öfkeyle ona baktı adam ve bağırdı. "Karen için canından geçer misin Roseanne Park?!" "Evet!" Eş zamanlı olarak tetiği çekti.