Bekleyişimin bilmem kaçıncı saatiydi. Bende hala o sevilesi yeşil gözlerinin esiri olmuş halde uğraşıyordum geçmek bilmeyen akrep ve yelkovanla. Biliyordu, çoktan bir sonuca varmıştı aslında. Birinin varlığı niye bu kadar acıtıyordu ki içini? İnsan kaybolduğu gözlere küser miydi hiç? Susuyordu. Verecek bir cevabı olmadığından mıydı, yoksa o cevabın beni yerle bir edeceğinden korktuğu için miydi. Sadece bir noktaya bakıyordu. Korkuyordu. Ulaşılmazlığın son noktasındaydı belki de. Eylül için doğmayan sabahlardan ibaretti onsuz geçen günler.. Bir umutsuzluğun sarısıydı bu. Bir gökyüzü mavisi, bir günbatimi kirmizisiydi. En anlamlı olanıysa hiçbir renk gözleri kadar koyu olmamıştı "hoşçakal" derken....