Ela gözlerini sarmalayan uzun, şekilli, katran karası kirpikleri vardı. İnce yüz hatları acıyı gizlerken derinlerinde, inadına gülümsüyordu hayata. Dudaklarında yitiğinin sazı olmuş, yanık bir sevda türküsü dönerken, parmaklarının işlediği nakışlarının her birinde dağılan kalbinin parçaları saklıydı.
Adının Nehir olduğunu öğrenmişti. Fakat isminin aksine, yüreği ile öğrendiği, bir şairin yazabileceği, her mısrasında umudun saklı olduğu en güzel şiir olduğuydu.
Hazan vaktiydi onu gördüğünde. Zaman, kışa merdiven dayıyordu. Yağmurlu bir ekim akşamı, yaprakları dökülen yaşlı ıhlamur ağacının altında değdi ona gözleri. Çehresinin derinlerinden okunan yaraları, o ağacın altında, alelade ortadaydı. Vermeye başladığı karardan, şüphesiz ömür boyu pişman olmayacaktı.
"Doğdum topraklara umut olur, ömrün boyunca saklayabilir misin bu gül tanesini, avuçların arasında?"
Dalgaların hunharca kıyıya vurduğu deniz kenarında sormuştu ona bu soruyu. Nehir, ağlayarak boynuna sarılmış Ali'nin, çaresizce, gözyaşları arasından mırıldanmıştı: "Yeter ki bırakma beni burada."
O an anlamıştı ki Ali, onun ile çıkacağı yolda Nehir için savaşacak, vereceği mücadeleden asla pişman olmayacaktı. İki kişilik bir delilikti sevmek. Sevgi emekti. Kocaman bir emek, mücadele hali. Karşındaki için, kalbindeki tüm kırıntıları ortaya atabilmekti sevmek. O ıhlamur ağacının altında değdiğinde gözleri Nehir'e, onun için savaşmayı seçmişti Ali. Bu savaştan nelerin galip geleceğini bilmeden, yanında Nehir ile çıkmıştı yola. Kim bilir, belki de cam kenarında, can kırıklarıyla süslenmiş, uzun birer yolculuktu sevmek.
Ezgi Karataş
Başlangıç tarihi: ||14.11.2017||
Yeniden, düzenlenerek yayına girme tarihi: ||28.07.2018||
||Tüm Hakları Tarafımca Saklıdır!||
"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Ben sana böyle his-," duraksadı. "İnsanlar nasıl seni yaralayabiliyorlar?"
Konuşma engelli bir kız ve onun için işaret dili öğrenen bir adamın hikâyesi...