"Koştum... Hiç durmadan öylesine hızlı koştum ki, zamanı, rüzgârın soğuktan kızarmış yanaklarıma başparmağını dokundurup geçmesi kadar hafif ve yavaş hissediyordum.
Ayaklarım beni buraya öyle hızlı sürüklemiş ve öyle hızlı durdurmuştu ki, daha ne olduğunu bile anlayamamıştım.
Gözlerim aşağıya bakmak istemiyordu, öyle yüksek bir yerdeydim ki! Derin soluklar alıp veriyordum, yanaklarım ısınıyor ve rüzgârın etkisiyle yanıyordu. Ciğerlerime çektiğim bu hava, sahiden yanaklarımı böylesine yakan ile aynı mıydı? Ellerim benden habersiz iki yana açılmış, artık taşımakta zorlandığım bu bedeni dengeye getirebilmek için umarsızca çaba sarf ediyordu.
'İşte buradasın. Yıllardır hep aynı yerde, aynı şekilde, "yine", buradasın. Biliyorsun değil mi?'
Yatıştırıcı bu ses, hiçbir kadının veya hiçbir erkeğin sesine benzemiyordu. Hiçbir şeye benzemiyordu, ayırt edemiyordum. Yanımda her seferinde duran bu beden, hiçbir zaman bana bakmıyor ve hiçbir şekilde bana temas etmiyordu. Bana her seferinde aynı soruyu soruyor, bir cevap bekliyordu. Biliyorsun değil mi diye soruyordu ancak ben anlayamıyordum. Neyi bildiğimi veya neyi bilmem gerektiğini hiç bilmiyordum.
Defalarca bu rüyadan bir şeyler çıkarmaya, en ufak bir ipucunun bile bana yeteceğini düşünmeye çalışıyordum. Neden koştuğumu, neden o sesin hep yanımda durduğunu ve birbirimizi hiçbir zaman görmediğimizi, neden bu soruyu sorup durduğunu bilmiyor ve öylesine merak ediyordum ki...
Yıllardır rüyalarınızda yanınızda birinin size bir şeyler sorduğunu düşünün... Bir şeyler oluyor, koşuyor ve ter döküyorsunuz. Bir soru soruluyor ve cevap veremeden veya üzerine bir soru da siz soramadan uyanıyorsunuz.
En kötüsü de uyandığınızda hiçbir şeyi hatırlamıyor oluşunuz olmaz mıydı?"