Güneş tepemde benim içimdeki karanlığa inat ışıldıyordu."Sen buraya ait değilsin"dermişçesine bana haykırıyordu.Çiçekler,gökyüzü,hava,toprak,su...Kendimi bu bilinmez hissizlikten kurtaramıyordum.Her şey tersti bana bu hayatta.Hiç bir yere ait değildim.Bu yere,bu gökyüzüne,bu insanlara...
Duygular bile nefret ediyordu benden.Hiç birisi bana güzel yüzlerini göstermemişti.Duygulara açtım ben.Mutsuz,umutsudum.Ama bir gün...bir gün birisi benim çaresizliğimi görüp bana yüzünü göstermişti.
Aşk...
Uğruna ne şiirle yazılan,uğruna binlerce kişinin ölüp gittiği güzel hastalık aşk...
Ölüm sarmaşığı,devasız dert...Evet bana o ilk kez acımış bana merhamet göstermişti.En güzel yüzlerini sunmuştu bana.Çok güzeldi...Ama oda bir gün herkes gibi beni bırakıp gitti.İçimdeki büyüyen karanlıktan korkup gitmiş ardında bana hediye ettiği her şeyide götürmüştü.
İlk gülüşümü,ilk umudumu,ilk yazımı,ilk kışımı,ilk göz ağrımı...
O adamı
O güzel gamzeli adamı.Sahip olduğum en güzel hazinem.En güzel sarhoşluğum,deliliğim,hayranlığım,tutulmuşluğum...
Ay tutulur,güneş tutulur da
İnsan insana hiç tutulur muydu?
Ondan önce yaşamıyormuşum meğerse.Bana ''ruhumun en parlak yıldızı'' derdi.Oda benim karanlığımı aydınlatmamış mıydı?
Şir'a Yıldızı...
Yıldızların en büyüğü,en parlağı...
Bir imkansıza aşık olmuştum.Devası olmayan bir hastalığa düşmüştüm.Farkındaydım her şeyin.Ondan gelen her şeye eyvallah demiştim.Bunu bile bile kendimi kandırmıştım...
Ben böyle güzel bir hata görmemiştim.
"O Doğu'ysa ben Batı'ym."
"O siyahsa ben beyazım."
Diye haykırdı genç kız. Fakat bu cümleleri kurarken bu hikâyenin aslında Doğu'yla Batı'nın kavuşmasını, siyahın beyaza karışmasını anlattığını bilmiyordu. Öğrendiğinde ise hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Çünkü çoktan kendi hikâyesinde hem kazanmış hem de kaybetmiş olacaktı.
Kaybetmek de kazanmak da daha önce onun için hiç bu kadar zevkli olmam ıştı.