Alışıktım buraların çiseleyen yağmuruna,
Kasveti bile, mutluluk veren havasına,
Buram buram tehlike kokup; kalkan gibi duran sarp dağlarına,
Beyaz perdelerini harelere indiren sislerine,
Yeşillerin biribiyle ahenk içinde rüzgarla dansına,
Hele korksamda hayran kaldığım uçurumlarını saatlerce anlatsam, onlara olan hayranlığımı bitiremezdim...
Usulca başımı kaldırdım ve hafiften çişeleyen yağmurun yüzümü ıslatmasına izin verdim.
Her yağan damla sicim misâli akarken tenimden,
Bir günahımıda yıkayıp öyle gidiyordu sanki,
İşte yağmurun yanında getirdiği hissiyât tek kelâmla; huzurdu...
Ya da belki bu, yaşadığım son huzurdu.
Gözleri karanlığa mahkum olmuş bir adamın karısı olarak bilinmek.
Hayatımı görmeyen gözleri gibi karartacak olan bir adam,
Yahutta asıl karanlığı ona yaşatacak olan yalnız bendim.
Halbûki onunla ve benimle alay eden hadsiz köylülere karşı onu ne de güzel savunmuştum öyle:
"Kör olmak ne suç, ne günah, ne de Allah tarafından verilen bir ceza... Onun tek kusuru sizin gibi leş kargalarının yüzünü görememesi... varsın, onuda göremesin."
Kör olmak engel miydi aşka? Hiçbir 'engel' mâni değildi aşka...
Gördükçe değil, dokundukça sevenlerin; birbirini kusurlarıyla kabullenenlerin hikâyesi...
'Kör Kütük' şimdiki adıyla "BEYFENDİ"...