-"Eliz." dedi dudakları ince bir çizgi hâlini alırken. Gökyüzü onun gözlerinden çaldığı parçaları üstüne örtmüş, akıttığı yağmurundan ruhumuza dokunuyordu. Öyleki yağmurun kirpiklerimden akıttığı düşünceleri onun önüne sererken ruhundan yayılan ateşle kavruluyordum. "Cennetteki en büyük meyve ağacı." Derin bir nefes aldım. Aldığım nefeste onun toprak kokusu göğsümden içeriye girdikçe yaralarıma sürülen acıyla kanıyordum. "Emir veren prenses." -"Elif." Sesi sertti. Sesi topraklarımdaki papatyaları öldürüyordu. Sesi içimdeki enkaza ev sahipliği yapıyordu. "Tanrıların elçisi." -"Sonsuzluk." Durdu. Adımları yere çizilen ince bir çizginin üstünde geleceğini bekliyordu. O gelecek önümüze yığılan bir sürü nedenin ortasından geçmişine bakarken bugünü unuttuğunun farkında değildik. Eğer farkında olsaydık bugün bizim için unutulan bir geçmişten çok, hatırlanacak bir geleceğe dönüşecekti. Oysa zamanın gerisinde kalan hayatlarımız bu şansı daha doğmadan kaybetmişti. -"Sen kimsin?" dedi aramızda olmayan mesafenin hatrı sayılı bir parçasını daha koparırken. Kopan parçanın kanı ikimizin arasına bir set çekti ve bedenim onun sıcaklığına ulaşmak adına yağmurun altında güneşi diledi. Nefesim göğüs kafesime yetmediği sırada alnındaki ıslaklığı kendi alnımda hissettim. Siyah gözleri artık çok yakınımdaydı. İçerisine yüklediği anlamları zihnime aktarırken acı çektiğini biliyordum. "Sen benim için kim olacaksın?" Gözlerimi kapattım. Soğuk hava tenimi yakmaya başladığında içimdeki sıcaklık ona duyduğum güveni gözler önüne seriyordu. "Sonsuz cennetteki yasaklı meyveyi sana veren kişiyim." dedim fısıltıya yakın bir sesle. Dudaklarım hafifçe onunkilere sürtünmüştü. "Senin için ikisi de olabilirim Elfida." Sonra onu öptüm. Ve siyah gözlerindeki geceyi, içimdeki ayın ışığıyla süsledim.All Rights Reserved