Kendimi uykuya teslim ettiğim her vakit hayallerin akıntısında sürükleniyorum. Rutubet içinde ölmek için kum tanelerini sayan düşüncelerim, ne kadar yavaş silikleşseler de bilincimin ücra noktalarını mesken edinmişler. Benimle buluştukları an canlanarak tanımsız duygulara dönüşüyor, hayat enerjimi parmak uçlarımdan kendilerine akıtıyorlar. Bir rüya görüyorum. Göz kapaklarım yorgunluğa yenik düşmüşken. Sağ elimin altında yerkabuğu çatlıyor nefretinden. Yayılıyor, insan oğlunun öz maddesi olan tutku. Şekilleniyorum bu ateşin koynunda. Ancak fazla yanıyor, sertleşiyor daha sonra paramparça oluyorum. Kıvamım, dili olan herkese alay konusu oluyor. Sol elimin altında o taşlaşmış bedenin ötesindeki kompleks yapı var. Gariptir ki sükunete kavuşması gerekirken bu duruma oldukça uzak. Kurtuluş yolununun tarifini unutmuş olacak ki durmaksızın geziniyor, her şeyi tekrar ve tekrar deniyor. Başarısızlıklarını bir tepe haline getirip basamak basamak çıkıyor. Manzarası ise kendisini yerle yeksân eden toplumun hayatı oluyor. Uyanıyorum. Bu rüyayı her gördüğüm vakit uyanıyorum. İlk zamanlar uyanışlarım biraz farklıydı. Bedenimin her köşesinden ter fışkırırdı. Kaslarım tonusunu kaybetmiş olurdu ve gözlerim gerçek ile sanal olanı ayırt edemezdi. Ama rotamı değiştirdiğim an ve ötesi uyanışlarım da değişti. Kendimi kaybettim sandığım bu anlar sonrası oluşan paniğin yerini güç aldı. Öyle büyük bir oluşum oldu ki artık o rüyayı görmemeye başladım. Yalnız hissediyorum bazı bazı, dışlananan olarak bile unutulmaktan. Üstüne perde çektiğim duygular kanımın içinde pıhtılaşarak çöküyor ve bana zehir oluyor. İrislerimi renklendiren ışığın yerini gizli saklı karanlık alıyor. Yüzümü en derin mezara gömüyorum. İdeal olarak bana nakşedilen umudun kölesiyim; insanların gözünde yıkılmamak üzere oluşmuş bir tabAll Rights Reserved