Ama alışacaksın biliyorum. Her şeye rağmen en güzel yanlışımdın sen. Aşka ettiğim yeminleri sende bozmuş olmanın en tatlı hayal kırıklığıydın. Asıl dert, derman diye verdiğindi. Verdiklerini de alarak gittin. Aynı şiirin farklı satırlarıyız şimdi. Her gözyaşı yenilgi değildir. İnsan bazen daha fazla dayanabilmek için ağlar. Eksik elvedalarla ayrılanlar, yarım merhabalarla geri dönüyorlardı. Aşkta, acısı kadar tecrübelidir insan. Aşk acısı sayılarla değil, derinliklerle ölçülür. İnsan kalbinden kaç kişinin gelip geçtiği değil, kimin hangi derinlikte iz bıraktığı önemlidir. O, küçücük bir devdi. Seçilmeyendi. Ona inanıyordu Bukre. Daha doğrusu inanmayı tercih ediyordu. Hep öylesini tercih ederdi. Çünkü aşkta kör olanlar, sevgilinin yalancı olduğunu bilmesine rağmen, ona “Kanmayı” değil, “İnanmayı” seçerdi. Bir insanın gözlerine bakıp, kalbini görebiliyorum her seferinde. Alçaklık hiç bu kadar yükselmemişti. İki kişinin arasında kalmak, aslında kimsesizliği seçmekti. Yürüdükçe susuyorlardı, sustukça daha ağır yürüyorlardı. Bukre, artık cümleler değil, sessizlikler kuruyordu… Kasım’ı yaşayamıyorsan, Eylül’de kalmışsın demektir. Ayakları mı, yoksa yol mu? Acaba hangisi bunu biliyordu? Çocukluğundan beri girip çıktığı bu ev ona yabancı gibiydi sanki. Oysaki hiç değişmemişti eşyalar. Sen çayın kendisini değil, cesedini içiyorsun dedi. Yaşayan çay şekersiz ve demli olur. Dünya artık onun için uyandığında başlayan kötü bir rüyaydı. Bir öykünün sonu zannederken kendini, daha girişinde kandırılandı.
3 parts